Liderin Zengin İçerik Gücü!

Bu ülkenin en büyük tanınırlık endeksindeki isim  kim diye sorsanız tartışmasız Başbakan Tayyip Erdoğan derim. Ama en son söyleyeceğimi en başta söylemeliyim ki ben Başbakan’a bazı zamanlar acıyorum. Yazının bu noktadan sonra çığırından çıkacağını düşünenler olabilir, burada bitirebilirsiniz, ben durmak yok yazıya devam diyorum. Şöyle bir Başbakan profili çıkaralım.  Tayyip Bey, gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında adından en çok söz ettirenlerin başında geliyor. Yurt içinde daha fazla olduğu bir gerçek, yurt dışında da en aktif siyasetçi olduğu bir gerçek. Bu konuda tartışma su götürmez, susuz getirir. Gittiği her yerde bir ‘Star’ gibi karşılanıyor. Bu da başka bir gerçek. Kendisine negatif bakanlar da, pozitif bakanlar da, nötr bakanlar da günlük yaşamlarında en fazla Erdoğan’dan bahsediyor. Çay Partisi de, Japonya Başbakanı da, Türkiye’deki altı oklu sözüm ona cumhuriyetçiler de, İngiltere’deki laboristler de, İsrail’deki parlementerler de... Bir ayağım sürekli yurt dışında olduğu için bunu gözlemlemek mümkün. Herkesin algı duvarlarında Erdoğan posterinin asılı olduğu muhakkak. Buraya kadar Erdoğan gerçek bir ‘celebrity’. Kimisi için zor ve sert, kimisi için dünya lideri, kimisi için şiir, kimisi için iyi bir baba, kimisi için bir devrimci, herkese göre farklı açılardan görünüyor.. Halkın büyük çoğunluğunun özelliklerinin toplandığı dolayısıyla.. Türkiye’nin kültürel ve coğrafi hinterland’ında adından en fazla söz ettiren kişi Başbakan Erdoğan. Bu bakışların arasında Başbakan Erdoğan negatif ve nötr olan tutumları hayli düşürebilir. Burada iletişimin özellikle yüzyüze ve elektronik iletişim yöntemlerinin, sadece (Facebook  ya da Twitterla  değil),özgün bir içerik gücü devreye giriyor. Başbakan’ın ‘celebrity’ ve halk’ adamı arasındaki gidiş gelişleri sürekli canlı tutulabilir.

Premir Lig vs Amatör Lig dilemması..

Gelelim işin ‘acıma’ yönüne. Başbakan aslında potansiyel gücünü kullanamıyor. Dünya starı, liderisin ama gel gör ki, klasmanda büyük bir sıkıntısı var. Sadece kendi kendisiyle karşı karşıya. Kendi dinamikleri ile hareket ediyor. Bunun da en büyük sebebi muhalefet. Onu zorlayan, daha büyük/güzel proje üreten, halkla ortak yönü olan, halkı anlayan, onunla beraber olan bir başkası yok. Hayal üreten, hayat gücü olan, bir şeyler yapmaya çalışan bir başkası çok yok. Anamuhalefet diye bir kurum var, ama o da baktığınızda karalama kağıdı vazifesinde. Vizyonları gece gördükleri rüya kadar. Bir karartı gördüm, ona karşı yürüdüm, sonra uyanmışım, o kadar. Şu sıralar şişme balonlardan birilerini rafa koymaya çalışıyorlar, onun da profiline baktığınızda star olmaya öykünen, ama basit bir taklitten öte gidemeyen, hadi uzatmadan merdiven altı bir profil diyelim. Burada her zaman kafamı kurcalayan sorulardan biri de geliyor. Hercule Poirot’un işi zor, gri beyin hücreleri işte burada devreleri yakmaya başlıyor. Ben nasıl acıma hissi duymamayım Başbakan profili ile diğer profiler arasındaki bu nahoş bağdan ötürü. Üçüncü lige düşmüş bir takımla oynamak zorunda kalan/olan bir ‘premiere’ lig şampiyonuna acımazsınız da ne yaparsınız. Acıklı bir hikayesi var Başbakan’ın.

Turkshank Redemption

Örnekler artırılabilir, bir fizik profesörünü düşünün, Nobel ödülü filan almış olsun, kuantumun filan atom altının dehlizlerinde çekirdek çıtlatıp icat çıkartan bir bilim adamını, bir caniler hapishanesine kapatmışsınız, her gün onlarla içtimaya çıkmaya mecbursunuz, onların ‘2X2 kaçtır hoca’ gibi görece basit sorunsallarına cevap vermek zorundasınız. Mahkumun dilemması, profesörün derin yalnızlığı. İnsanın içi acıyor doğrusu.

Mesele damar tıkanıklığı..

Marmaray, Kanal İstanbul gibi asrın diğer projelerini hayata geçiren, üreten bir zihnin karşısında aynı ligde top koşturmak zorunda olduğu, ilköğretim seviyesinden çok da uzakta olmayan ‘mini mini birler’le aynı sırada, aynı protokolde olmak zorunda kaldığı bir durumda ben çok fazla acı yaşıyorum.

Muhalefetin beslendiği damarda bir sorun var anladığım. Bu damar bir yerlerde tıkanmış ve kurumuş olacak ki halktan, hayattan ve hayallerden bu kadar uzakta. Cumhuriyet’in 90. yılında Cumhuriyet’in kurucusu olduğu ile övünen bir parti, halen engizisyonla, afarozla filan uğraşıyor; değerlerini, kazanımlarını karşı olduğunu söyledikleri koruyor ve yüceltiyor. Bu nasıl bir dilemma, bu nasıl bir acıma bilemezsiniz.