Dünyanın sonu geliyor... Bir gün, Cemaat destekli Sözcü yazarına hak vereceğim hiç aklıma gelmezdi.
Necati Doğru’dan söz ediyorum...
Kronik seçkinci ve “ağzı bozuk” taifesinden biri olarak Necati Doğru, CHP’nin seçim mağlubiyetini “üslupsuzluğa” ve halkı hakir gören “seçkinci politikalara” bağlamış.
Haklı...
Önce yazısından küçük bir bölüm aktaralım...
Şöyle buyuruyor muhterem: “CHP’nin bir yıl sonra yapılacak milletvekili seçimlerinde oy oranının yüzde 20’ye gerileyebileceği ve 5 yıl sonra yenilenecek belediye seçimlerinde ise sadece Çanakkale, İzmir, Muğla, Aydın şehirlerini kazanan ve koca Türkiye haritasında sadece 4 ile sıkışıp kalan bir parti haline geleceğini görürüz. Gidiş bu yöndedir. (....) Halkı ‘aptaldır, koyundur, güce tapar, düşünmez itaat eder, düşünmez iman eder, düşünmez ezberler, gider oyunu AKP’ye verir’ diye suçlayamazsın.”
Necati Doğru yazısını, “CHP’nin sorunu lider sorunu değil. Lideri değiştirmek çözüm değil. Kılıçdaroğlu çalışıyor ama yetmedi” cümlesiyle bağlıyor ki, en çok katıldığım kısmı bu.
Beğenin ya da beğenmeyin: CHP’nin başına gelmiş en çalışkan lider, Kemal Kılıçdaroğlu...
Referandum kampanyasını hatırlayalım:
Neredeyse bütün illeri dolaştı.
Bütün büyük ilçelerde miting yaptı.
Bütün “CHP yandaşı” kanallara çıktı...
Neredeyse her gün basın toplantısı düzenledi.
Her gün yurt dışından konuk ya da heyet ağırladı.
Bir de ağzını bozmak zorunda kaldı... “Angus sığırı”, “Silkeleyin ağaçtan belki Recep düşer”, “Anananı a... a...” sözleri ve vecizeleri o dönemin ürünüdür.
Kendisi sandığa gidemedi, “hayır” sonucunu çıkarmak için cansiperane mücadele ettiği anayasa değişikliği oylamasında “çekimser” (!) kaldı ama gayreti ve çalışkanlığıyla göz doldurdu.
Son iki seçimdeki gayreti ha keza:
Her ile gitti. Her beldeyi dolaştı. Her programa katıldı. Her “kural dışı” vuruşa tamah etti. Her melaneti sergiledi.
Daha önce de yazmıştım: “CHP genel başkanları arasında en çalışkan, en gayretli, en üşengeç olmayan, hatta en inatçı kişi Kemal Kılıçdaroğlu.”
İsmet Paşa, beyaz trenle yaptığı seyahatleri ve bir iki yurt dışı gezisini saymazsanız, neredeyse yerinden kıpırdamamış bir liderdi...
Başbakanken çok az dolaşırdı.
Muhalefete düştükten sonra biraz gayrete geldi, “Seferberliğe çıkıyoruz” diyerek gezilerine anlam katmaya çalıştı ama gittiği yerlerde çoğunlukla aleyhte nümayişlerle karşılandı. Ankara’yı seviyordu. Mümkün olsa da hiç dışarı çıkmasaydı.
Bülent Ecevit, sadece seçim dönemlerinde acul ve gayretliydi.
Mahdum (Erdal) İnönü, denilebilirse, en üşengeç, en tembel, hatta en alakasız genel başkandı. Siyaseti sevmezdi. Mitingden hoşlanmazdı. Basın toplantısı düzenlemekten nefret ederdi.
Deniz Baykal da üşengeçti. Az dolaşırdı. Vatandaşla temastan hoşlanmazdı. Seçim zamanlarında birtakım yerlere gider, kendisinin de inanmadığı birtakım konuşmalar yapar, kendi ölçeğinde heyecan yaratırdı ama seçimler bitince sönüp giderdi. “Laiklik” konusundaki acul gayreti ve muarızlarına yönelik demeç bombardımanı bile, onu kronik ataletinden kurtarmaya yetmezdi.
Farkı anlamanız için bir rakam vereyim:
Kılıçdaroğlu 2012 yılında (ilçe ve beldelere yapılan ziyaretleri saymazsanız), yurt içi ve yurt dışında toplam 123 bin 544 kilometre yol kat etmiş. Yani, Ekvator’un çevresini üç kez dolaşmış...
Necati Doğru’nun dediğine geliyoruz: “Kılıçdaroğlu çok çalışıyor ama yetmedi.”
Demek ki sorun liderde değil.
Sorun “kafa”da.
Bunu da küçük bir örnekle açıklayıp kapatalım:
CHP Sivas Belediye Başkan Adayı Prof. Gülseren Heper (evet, bir “okumuş” ve “aydın”, şaşırtıcı değil), seçim mağlubiyetinden sonra şu açıklamayı yapmış: “Beni sevmediler. Zira ben burada ensest var dedim...”