Sosyal medyada her an, her saniye þahsýnýz, þirketiniz ya da kurumunuz adýna lince maruz kalabilirsiniz.
Hem de hiç suçunuz yokken.
Evet. Hamile bir kadýnýn -ki hamile olmasa bile fark etmezdi- olduðu araca, sýrf emniyet þeridinde elini kolunu sallaya sallaya geçemedikleri için saldýran iki kafadardan söz ediyorum.
O iki kafadarýn sahip olduðu marka, Türkiye’nin 70 yýllýk köklü bir markasýnýn sadece iki harfinin yer deðiþmiþ hali.
Ýki þehir magandasýnýn baklavalarýnýn adýný hiç duymamýþtýk. Bu kötü reklamla tanýndýlar. Reklamýn iyisi-kötüsü olmaz diyenlere de ibret olmuþtur diye umuyorum, düne kadar hiç duymadýðýmýz markayý þimdi olur da görürsek bir yerde kaþlarýmýzý çatarak geçeceðiz.
Ama maalesef bu isim benzerliði, iþini titizlikle yapan bir markaya da zarar veriyor. Seyidoðlu markasýna.
Sahibi Necati Göksu’yu çok yakýndan tanýyorum. Birlikte TÜRES yönetim kurulunda görev yaptýk, halen ayný çatý altýndayýz. Esnaflýðýný, iþine aþkýný, ticari ahlakýný çok yakýndan biliyorum.
Darp olayýndan sonra þahýslarýn isimleri ve markalarý sosyal medyaya düþünce hemen TÜRES yönetimindeki arkadaþlarýma ve Seyidoðlu markasýnýn sahiplerine haber verdim.
Çünkü çok bariz ortadaydý ki bu iþ Seyidoðlu markasýna zarar verecekti.
Onlar da bir basýn bildirisi hazýrladýlar. Umarým zararlarý az olur. Türkiye gibi þirketlerin ömürlerinin 20 yýlý bile bulmadýðý bir ülkede 70 yýllýk bir markanýn zarar görmesini kimse istemez.
Ama burada iki ödev var, hem þirketlere, hem biz bireylere. Þirketlerin kriz yönetimi için mutlaka alternatifli senaryolarý olmalý. Mutlaka sosyal medyada belli bir büyüklüðe ulaþmýþ sayfalara sahip olmalý. Yani kriz patlak verdiðinde hesap açmanýzýn pek faydasý yok. Mutlaka kamuoyunu doyurucu bir bülteni baþka bir krize sebep olmayacak þekilde hatasýz olarak hazýrlamalý. Tekrarlamak istiyorum; hem hýzlý, hem hatasýz, hem acele, hem sakince…
Biz bireylere düþen de kantarýn topuzunu iyi ayarlamak. Hele de insanlarýn zarar göreceði durumlarda, toplumsal bir duygu patlamasýnda biz de kendimizi ifade edeceksek nefretin þehvetine kapýlmadan doðru yere, doðru adrese niþan aldýðýmýzdan emin olmalýyýz.
Haksýzlýða karþý olurken, hakka girmemek için.
* * *
Trabzonlu bir turizmci bir yerel gazeteye þöyle bir açýklama yapýyor. "Trabzon'a bu yýl eskisi kadar çok Arap turistin geleceðini düþünmüyorum. Belki eski gelenlerin %10'u gelir. Ama önümüzdeki sene kimse gelmeyecektir.
Ben de bu röportajý paylaþýrken þu cümleleri ekledim:
“Dedelerinizin yaylada ahýr olarak kullandýðý tahta barakalarý geceliði 400-500 dolara kiraladýnýz, bir semaver çaya 200 lira yazdýnýz. Baþta Ayder ve Uzungöl olmak üzere bölgenin yerel esnafý olarak altýn yumurtlayan tavuðunuzu kestiniz. Hiç þikayet etmeyin, sizin eseriniz.”
Elbette sapla samaný karýþtýrmamak, herkesi bir kefeye koymamak gerekir. Ýþini düzgün yapan tüm karadenizli turizmcilere teþekkür ediyorum.
Ama röportajý veren turizmcinin “Belki eski gelenlerin %10’u gelir, seneye onlar da gelmez” demesi ne kadar acý bir itiraf… %90’ýný küstürdük demek. Bir daha buraya gelmeyecek hale getirdik demek.
Sadece Karadenizde mi böyle? Hayýr. Ýlgi gören, turist akýnýna uðrayan birçok yer hýzlýca havalara girmeye baþlýyor.
Sadece Arap turiste deðil, yerli turiste de kötü davranmaya baþlýyor.
Ýstanbul’da karþýlaþtýðým bazý manzaralar var, Arap turiste ürün ya da hizmet satarken ayný anda Türkçe konuþarak / bilmediðini düþünerek alay eden, hakaret eden, küçümseyen esnaflar…
Þunu iyi bilelim, hiçbir turist aptal deðil. Ülkesinden çýkýp binlerce kilometre yol yapýp sizin iþyerinizi bulacak kadar yolu gelebildiyse emin olun aptal olamazlar.
Attýðýnýz kazýklarýn turistin kendisi de farkýnda. Ve bir daha da bu topraklara adýmýný atmamaya yemin ederek gidiyor. Siz de “Nasýl da aldým parasýný, farkýna bile varmadý” diyerek seviniyorsunuz belki de. Oysa korkudan ses çýkarmýyor çoðunlukla.
Aynýsýný Laleli’de Rus müþterilere yaptýk 90’larda, 2000’lerde. Þimdi Laleli’nin bu durgun hale gelmesinin kabahati kimde? Bavullarla dolarýn geldiði Laleli þimdi neden sinek avlýyor? Hiç ders almayacak mýyýz?