Prof. Dr. Erdem YEŞİLADA
Prof. Dr. Erdem YEŞİLADA
Tüm Yazıları

Lokman Hekim’in kaybettiği ölümsüzlük sırrına çeyrek kala...

Hatırlarsanız 2010 baharında bal arılarının kümeler halinde ölümleri hepimizi endişelendirmişti. Gazetelerde ünlü bilim adamı Einstein’in “Bal arıları yok olursa tüm insanlık birkaç yıl içerisinde yok olur” sözleri sanırım bu endişelerimiz, daha da derinleştirmişti. Beklenen kıyamet bu şekilde mi olacaktı? Yapılan yorumlarda cep telefonları, baz istasyonları, radyo dalgaları gibi elektronik dalgaların sorumlu olduğu ifade edilmişti. Neyse senaryolar en azından şimdilik tutmadı ama biz bal arılarının doğanın döngüsü için ne kadar önemli olduğunu hatırladık. Peki sağlığımız için önemi hakkında ne biliyoruz? Bal yararlıdır, peki ya diğer arı ürünleri?

ARI ÜRÜNLERİ ÇOK POPÜLER

Bal, balmumu, arısütü, propolis, arı poleni ve arı zehiri günümüzde tekrar popüler hale gelen ‘Arı ürünleri’. Basit bir şekilde belki ekmeğimiz üzerine sürerek yediğimiz bal ve diğer arı ürünleri aslında büyük bir emeğin, uğraşın sonucu. Arılar aleminde her kovanda tam bir toplumsal kast sistemi hüküm sürüyor. İşçi arılar ile kraliçe arı arasında herhangi bir genetik farklılaşma söz konusu değil. Sadece arısütü olan gözlerde yetişen arı kraliçe oluyor; diğer binlercesi ise işçi arı olarak kısa yaşamları boyunca çalışıyorlar. Hiçbir beklentileri olmadan sadece üretmek için yaşıyorlar.

Arısütü işçi arıların başında iki tarafında bulunan bezlerden salgıladığı ve kraliçe arının farklılaşmasını sağlayan özel bir besleyici ortam. Kısa yaşam süresine sahip (2-3 hafta) ve döl veremeyen verimsiz işçi arılar ile karşılaştırıldığında kraliçe arı çok daha uzun yaşam süresine (2 ile 7 yıl kadar yaşayabiliyor), gelişmiş cinsel salgı bezleri (günde 2 bin yumurta yumurtluyor) ve beden yapısına sahip. İşte bir arıyı bu derece geliştirerek kraliçe arıya dönüştüren özelliği nedeniyle arısütü yüzyıllar boyunca insanların ilgisini çekmiş, fiziksel ve cinsel gücü desteklemek ve uzun yaşam için ‘anti-aging’ yani gençleştirici, hayat verici besin olarak kullanılmıştır. 

Arısütünün içerisinde başlıca bileşenler olarak proteinler (yüzde 12-15), karbonhidratlar (yüzde 10-12), lipitler (yüzde 3-7), amino asitler, vitaminler ve mineraller bulunduğu yapılan analizler ile ortaya konulmuştur. Peki bu bileşenler içerisinde acaba hangisi veya hangileri bu farklılaşmayı sağlıyor?

Bu konuda yapılan bir araştırmanın sonuçları bilim dünyasında en önemli dergi olarak kabul edilen NATURE dergisinde 2011 yılında yayımlandı. Bir Japon araştırıcı olan Dr. Kamakura tarafından yapılan çalışma gerçekten hayranlık uyandırıcı, bence MÜKEMMEL!

Çalışmada kraliçe arıyı veren arısütü oda ısısında bekletilerek içeriğinde meydana gelen değişim izlenmiş. Bu önemli çünkü arısütü son derece dayanıksız bir ürün. Oda ısısında bekletildiğinde birkaç saatte etkisiz hale geliyor. Bu süreçte birkaç proteinin bozulduğu tespit edilmiş. Yapılan analizde 57 kilo Dalton molekül ağırlığına sahip bir proteinin arı larvalarının kraliçeye dönüşümünü sağladığı anlaşılmış ve elde edilen bu protein ‘Royalaktin’ olarak adlandırılmış.

Daha sonra araştırıcı, ayrıştırdığı bu maddeyi kraliçe arı vermeyen normal bir ortama koyduğunda larvanın kraliçe arıya dönüştüğünü görmüş. Çalışmada ilginç olan diğer husus, royalaktin maddesi meyve sineklerinin (Drosophila) gelişim ortamına ilave edildiğinde meyve sineklerinin hızla gelişerek yaşam süresini uzattığını ve meyve sineklerinin vücudunun daha büyük hale geldiğini gözlemlemiş. Meyve sinekleri genetik bakımdan insanlara yakın bir özellikte olduğundan acaba benzer bir protein insanın yaşlanmasını geciktirebilir mi? İnsan ömrünü uzatabilir mi? Hani Lokman Hekim’in kaybettiği ölümsüzlük sırrı bu madde mi? Kim bilir, bekleyip göreceğiz!

Aslında bu kadar kolaylıkla anlattığıma bakıp da ‘Ne var bunda!’ demeyin; protein kimyası çalışması zor bir konu. Şüphesiz cevaplanmayı bekleyen daha birçok soru var ama kanımca Kamakura bu yolda önemli bir adım atmış.