Savaşa değil de seçime gidiyorsan, rekabet edeceksin.. Şartları, kuralları biliyorsun veya bildiğin kabul ediliyor. Sonunda, sen değil de rakibin kazanırsa, o zaman da, sonucu adam gibi kabul edeceksin..
Kaldı ki, savaşta bile böyledir bu ve yenilen taraf, kendi haklılığından şüpheye düşmedikçe, mücadelesini ve duruşunu savunur; yenilgiyi de bütün acı sonuçlarına rağmen vakarla karşılar ve ‘Evet, rakibim kazandı ama ben haklıydım ve kendi haklılığıma yine de inanıyorum’ der.
Ve dahası, rakibin, hasmın seviyelisi, o mücadeleye de, taraflara da bir seviye ve itibar kazandırır.
***
M. İnce bunu yaptı.. Seçim sonrası, aradaki 10 milyonu aşkın oy farkını gördü, oyunlara, hile iddialarına sarılmadı, seçim kampanyası boyunca sergilediği onca polemikçi görüntüsünü bir kenara bırakıp neticeyi kabullendi. ‘Adam 10 milyon fazla oy almış.. Bunun nesine itiraz edeceksin?’ diyebildi ve sonra da telefon ederek rakibini kutladı. CHP Gn. Başkanı ise ‘Erdoğan’ı tebrik edecek misiniz' sorusuna, bilinen politik hırçınlığıyla, ‘Nesini tebrik edecekmişim’ diye karşılık verdi, bir sürü yakışıksız sözleri de ekleyerek..
İşte aynı partiden, iki siyasî figür arasındaki temel karakter farklarından birisi..
***
Kılıçdaroğlu, İnce’nin ileride karşısına daha güçlü olarak çıkabileceğini düşünerek, ‘Beklenen oyu alamadı..’ diyerek, başarısız kaldığını da söyledi. Ama asıl seçimi kaybedenin, yüzde 22 oy alan kendi partisi değil de, yüzde 42 oy alan AK Parti olduğunu da iddia edebildi.
Bu arada, seçim sonu, M.İ. ile K.K. arasında bir hafta boyunca bir görüşme olmadı. Bu, soğukluğun habercisi idi. Ve nihayet, evvelki gün bu ikili, bir otelde 3 saat süren bir ‘politik yemek’te buluştular. Çıkışta, çehrelerde zoraki bir tebessüm bile yoktu.. ‘Yemek yedik’ dediler. Ama birbirlerini yemeye çalıştıkları anlaşıldı. Esasen, 3 saat süren bir yemeğin başka türlü izahı olmazdı.
M. İnce, 3 Temmuz günü, balonu patlattı, ‘Gizli kapaklı bir şeyim yok’ diyerek.. İnce,'Kendisine onursal başkanlık teklif ettim. Ben Genel Başkan olayım.. Bu konuda imza toplamayacağım ama hayır derse örgüt kendisi çözecektir bu işi’ deyiverdi.
CHP Başkanı ise ‘Bir özel yemekte konuşulanların açıklanmasının nezaketsizlik olduğunu’ söyledi.
***
Kısacası, kavga başlamıştır ve iki tarafın da başka bir manevra alanı kalmamıştır.
K.K. karşısında M.İ. tercihe şâyandır. Çünkü koltuğuna yapışıp kalan KK’ya ‘Yenilen geri çekilmeyi bilmeli!' diyebiliyor.
Bir ünlü mahkûm hakkında yayınlanan komik bir tıbbî rapor, onun ölüm tehditleri üzerine tüy dikti. Neyse ki, o ilin hem Başsavcısı, hem başhekim ve İl Sağlık Müdürü ve o rapora imza atan doktorlar vazifeden uzaklaştırıldılar.
Devlet Bey’in tepkisi ise daha bir müthişti.
Diyor ki: ‘Değerli dava arkadaşım (…), uzun süredir (…) hakkında verilmiş cezasını çekmektedir. Sayın (…)’nın pek çok hastalığı vardır (…) Bir ülküdaşımızı kanuni izinler alındıktan sonra bulunduğu yerde ziyaret etmemiz insani, İslami ve vicdani bir sorumluluktur. Yaptığımız budur, hatta yeri gelirse yine yapacağımız dava görevi de bu olacaktır.(…) bir ülküdaşımızdan vazgeçmemizi de hiç kimse beklememelidir. Kendisi hem ülkü, hem de ülke sevdalısıdır. Bizim taş duvarlar ardında bulunan bir ülküdaşımıza vefa göstermemiz kadar doğal bir şey de yoktur.’
Bahçeli, ayrıca, ‘sui misal, misal olmaz..’ sözünü hatırlamaksızın; terörist birisinin ziyaret edilmesini de gerekçe gösteriyor.
***
Devlet Bey, eline fırsat geçse, tıpkı CHP gibi, hemen her şeyi ‘oldu-bitti’lerle düzenlemeye kalkışacağını göstermektedir.