Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun sahibi?

Komik oldu. Bir kelime düþmüþ sanki, cümlenin içinden.

Halbuki kelime melime düþmedi. Ben, aldým, sakladým ‘mülk sahibi’yle kafiye saðlayan kelimeyi...

Çünkü maksadým, Türk þiirinin birkaç büyüðünden biri olan ve pek az anlaþýlan Yunus Emre’nin sorduðu soruyu sormak deðil.

Baþka ve çok daha güncel bir soru sormak.

Bu vesileyle, þu alemde tanýk olduðumuz birçok ‘güncel’ salaklýðý sorgulamak.

Yunus Emre’nin þiirinde ‘Mal sahibi mülk sahibi/Hani bunun ilk sahibi’ diye soruyor.

Çok hakiki bir soru.

Geçen yýl, rahmetli dedemden anneme, teyzeme ve dayýlarýma kalan arazinin sýnýrýna kadar yürümüþtük Hasan dayýmla.

Tam sýnýrda, Kýzaluðun Veysel’in evi vardý. (Kýzaluðu: Kýzalioðlu’nun yerel dilde söyleniþi.)

Veysel’le biraz sohbet ettik, yerden yurttan ve eski günlerden konuþtuk.

“Kim aldý bu yeri?” dedi Veysel dayýma ve cevap verdi: “Babam.”

“Hani nerde babam? Topraðýn altýnda. Senin baban nerde, Mehmet Ali Emice? O da topraðýn altýnda...”

“Zaman olacak bizim uþaklar da ‘babam topraðýn altýnda’ diyecek. Topraða bel baðlamamak lazým.”

Yunus Emre, tam olarak Veysel’in söylediðini söylüyordu, sekiz yüz küsur sene önce.

Yunus’un þiirindeki ‘mal’ ve ‘mülk’ babadan oðula intikal eden, ya da tedavül eden, yani insandan insana alýþveriþ yoluyla geçen mal ve mülktü.

Gide gide Allah’a varan bir silsileden söz ediyordu Yunus Emre.

Ýlk sahip, Allah’týr daima.

Son sahip de Allah’týr. Varis’tir o. Ýnsanlar, yapar yapar, giderler, Allah’a kalýr her þey.

Ben, baþka bir þeyi, gözümle gördüðüm pek çok emval ve emlakin þimdiki sahiplerini sormak istiyorum.

Þöyle düþünelim.

Babadan kalma bir araziniz var.

Araziniz, on milyon dolar deðerinde.

Artýk, babacýðýnýz da nasýl kazanmýþsa, kazanmýþ o araziyi. Babacýðýnýzýn durumunu sorgulamýyorum.

Siz, belediye reisine rica ettiniz. Aðzýndan girdiniz, burnundan çýktýnýz.

Bu arazinin imar durumunu deðiþtirdiniz. Tadilat yaptýrdýnýz.

Allah bilir, bunu rüþvetle mi yaptýrdýnýz, dil dökerek mi, reisi canýndan bezdirerek mi? (Ben de çok safým, böyle þeylerin nasýl yapýldýðýný hiç bilmem!)

On milyon dolarlýk araziye, 100 tane konut inþa edebiliyordunuz.

Ýmar durumunu deðiþtirince, araziniz, 300 tane konut inþa edebilecek duruma geldi.

Ne gübre attýnýz, ne suladýnýz, ne hormonlu Ýsrail tohumu kullandýnýz. Ama arazinizin verimi arttý.

Eskiden bire 10 veren arazi, þimdi bire 30 vermeye baþladý. Bakýn þu Allah’ýn iþine!

Veya baþka bir misal...

Devletin bir malýný, çok az kimsenin haberdar olduðu bir satýþ sürecinde, (Artýk ihale midir, baþka bir þey midir) 10 milyon dolara satýn aldýnýz.

Birkaç gün sonra, gerçek deðerine, 30 milyon dolara, sizi aylardýr bekleyen bir müþteriye sattýnýz.

Bunu, devletteki, (Bakanlýktaki, genel müdürlükteki ve sairedeki) dostlarýnýzýn size gösterdiði sevgi ve saygý sebebiyle yapabildiniz.

Ya da, sevgi ve saygýnýn üstüne biraz da ‘duygu’ ilave ettiniz. Ne denir ona, ‘sevgi-plus!”

Benim her iki örnekteki neticeyle ilgili sorum þu:

Aradaki 20 kimin?

Sizin mi? Belediye reisinin mi? Amcaoðlunuzun mu?

Aradaki 20’nin size saðlayacaðý geliri kim yiyecek?

Siz mi, oðlunuz-kýzýnýz mý? Karýnýz mý? Torununuz mu?

Ve nasýl yiyecek?

‘Bismillah’ diyerek mi?

Hani Sezai Karakoç sorar ya Hýzýrla Kýrk Saat’te “Ey yeþil sarýklý ulu hocalar, bunu bana öðretmediniz” diye.

Bunu soruyorum. Bunu merak ediyorum.

Mülkiyet hakkýyla kavga etmiyorum.

Eskiden dükkanlarda yazardý, þimdi pek rastlamýyorum.

“Errýzku Alallah, el-kasibu habibullah”

Rýzýk Allahtandýr, emek verip kazananý Allah sever. (Burada ‘kasib’ -kesbeden, kazanan- kelimesini ‘emek verip kazanan’ diye çevirdim. Çünkü kelimenin ruhunda bir ‘çaba’ var.)

Bir mülkü, bir parayý elde etmekle, onu ‘kesb etmek’ için sarf edilen emek arasýndaki irtibatý, baðý soruyorum.

Kesbetmekle kesbedilen þey arasýnda çok saçma sapan bir bað varsa, o kesbedilen þey, kesbedilmiþ mi olur?

Allah, o kasib’i de sever mi?

Onu soruyorum.

Cevabý olan varsa söylesin.

Bu sorunun bende çok cevabý var ama, þimdi, yazýnýn bitme yerinde tercih ettiðim cevap þu:

Çok yakýnda, Ahiret’te göreceðiz.