Malayani medeniyet!

Hakkını teslim edelim; Batı medeniyetinin (aslında Bedeviyetinin) en büyük başarılarından biri, kitleleri istediği gibi yönlendirebilmesidir. Normal şartlarda malayani, boş şeylerdir diye kimsenin dönüp yüzüne bakmayacağı olayları bile dünya çapında önemli bir hadise gibi sergileyebiliyor. Bu gibi durumlar, medeniyetlerin yönlendirme gücünün göstergeleri olarak değerlendirilir. Batı medeniyeti, bu başarıyı futbol gibi bir oyunu, eğlenceyi büyük bir olay gibi sergilemek bakımından dünyanın en büyük "yönlendiricisi" olduğunu bir kez daha kanıtlamış bulunuyor. Şu son günlerde Avrupa şampiyonası adı altında düzenlenen organizasyon, bunun tipik bir örneğidir. Bütün dünyanın ilgisi bu organizasyon üzerinde yoğunlaşmış bulunuyor. Maç saatlerinde sokaklar bomboş kalıyor. Hemen herkes televizyonun başındadır o sırada. Sonrasında, saatler süren yorum programları ve ertesi günün yazılı ve görsel basını ile insanların ilgisi diri tutuluyor. Bir medeniyet, malayani (anlamsız- salt eğlenceden ibaret, değer üretmekten uzak bir) hadiseyi bile bu şekilde ilgi odağı haline getirebiliyorsa, bu, büyük bir başarı olduğu gibi, o medeniyetin küresel çapta referans kaynağı olduğunun da göstergesidir. Nitekim turnuvada atılan goller, sergilenen tavırlar, gösterilen semboller, (haşa) bir ayeti tefsir eder gibi uzmanlarınca evire çevire yorumlanıyor. Sonra adeta farklı içtihatlar, ekoller, deyim yerindeyse mezhepler belirginleşiyor. Değersizliği, gerçek değer ambalajında sunmanın ustasıdır batı medeniyeti.

Tam bu esnada başka bir hadise de sessiz sedasız gelip geçti. Hac mevsimi. İslam medeniyetinin değer üreticiliğinin zirvesi şu muazzam hadise. Her sene olduğu gibi, bu sene de milyonlarca Müslüman, hac mevsiminde Mekke ve Medine'de İslami değerlerin, değer üreticiliğin sembollerini, şiarlarını yeniden canlandırdılar. İnsanın düzmece tanrıların, zulüm sistemlerinin, şirk medeniyetlerinin, cahiliye hayat tarzının cenderesinden kurtuluşunun provasını yaptılar. Fakat bu muazzam olay, dediğim gibi sessiz sedasız olup bitti. Televizyonlarda herhangi bir değerlendirmeyi, alimlerin, bu muhteşem arınma şöleninin çeşitli boyutlarını gözler önüne seren yaklaşımlarını, bu sosyal hadisenin insanın maddi ve manevi hayatı üzerindeki etkisini gösteren bir yorumunu görmedik, duymadık. Sadece vefat eden birkaç insanın fotoğrafları gösterildi ekranlarda. Ölen insanlar, öylece sokaklarda kurda kuşa yem olmak üzere terk ediliyormuş algısını uyandırmak için o da. Tabi, güdülen amaç, insanların hacca gitmelerini, gerçek değerlere yönelmelerini engellemek, olmadı, zihinlerini bulandırmak. Bu da gösteriyor ki, en azından bizim ülkemizde İslam medeniyetinin kitleleri yönlendirme gücünü kırmaya, etkisiz hale getirmeye, ilgiyi, bütün malayaniliğiyle birlikte batı medeniyetine, diğer bir ifadeyle dünyayı değersizlik çölüne çeviren çağdaş bedeviyete çekmeye yönelik sistematik bir çaba var.

İlk defa olmuyor bu. Yıllarca bütün hac mevsimlerinde mutlaka kolera salgını (!) olurdu mesela. Sonra Araplara yönelik olumsuz tasvirlere yer verilirdi basında. Ne kadar pis oldukları (!) anlatılır dururdu. Doğrudan İslam'a saldıramayanlar, Arapları hedefe koyarlardı. Bu tutum hala devam ediyor. Çünkü son günlerde Türkiye'nin çeşitli şehirlerinde Suriyelilere karşı ırkçı saldırılar düzenleyenlerin hedefi, hiç kuşkusuz İslam'dan başka bir şey değildir.

İnsanları evrensel değerlere yönlendiren İslam'ın hac ibadeti, bir futbol turnuvası kadar ilgi görmüyorsa, insanı, hayatı ve varlığı anlamdan yoksun bir değersizliğe mahkum eden batı medeniyetinin bu etkisi, yönlendiriciliği böylesine ürkütücü boyutlara ulaşmışsa, bin yıldır İslami değerlerin etkisinde varlığını sürdürmüş bir memleketin sokaklarında ırkçı hezeyanlar sergileniyorsa eğer, endişe duymamız için yeterli nedenimiz var demektir.

"Biz tabiiyiz ama bizi temsil konumundaki yönetimlerimiz gayri tabiidir" derken bunu kast ediyordum.