Maddi yangýnlardan daha çok dehþete düþtüðümüz bir baþka yangýn var son günlerde... Saydam bir nefret, pervasýz bir öfke, þeffaflaþmýþ bir kötülük yangýný da eþlik ediyor acýlarýmýza...
Yangýnlarýn yarasýný hep birlikte sarmamýz gerekirken, partizanca bir muhalefete kurban gidiyor tüm çabalar ve maddi hayatta koordinasyonsuzluða yol açan bu vahim anafor, manevi açýdan da hepimizi yorgun, býkkýn düþürüyor... Ýlkin partiye, ardýndan hükümete, ardýndan millete, ülkeye, devlete evrilen bir nefret ateþi bu... Eleþtiri baþka bir þey, asmakla tehdit etmek çok baþka.
Akýl almýyor. Akýl almadýðý gibi gönül de almýyor. Sanki 80 öncesinin sað-sol çatýþmasý gibi bir vurucu kopuþ hesap ediliyor gibi geliyor bana. El birliðiyle zihin yormamýz gereken bir durum bu. Sadece güvenlik sorunu olduðunu da söyleyemeyiz. Psikolojik, sosyolojik, politik sebepleri üzerinde de çalýþmamýz gerekiyor. Sistem için ciddi bir sorun bu sert kamplaþma, sistemin kendisini acilen onarmasý, revize etmesi gerekiyor diye düþünüyoruz ister istemez.
2018'de hastalandýðý Tayland'dan devletin gönderdiði uçakla tahliye edilerek hayatý kurtarýlan bir kadýn, yangýnda evleri yanmýþ insanlarý, eðer devletin vereceði yardýmý alacaklarsa, kendilerinin onlara asla yardým etmeyeceði þeklinde tehdit yaðmuruna tutabiliyor... Bunu utanmadan, arsýzca, yüzsüzce yapýyor. Evleri, hayvanlarý, yerleri- yurtlarý, mallarý, mülkleri yanmýþ insanlara kusuyor bu nefretini... Bunun bireysel bir pataloji olduðunu düþünmek istiyor insan... Ama ne yazýk ki sosyal medyada bu korkunç tehditlere onay yaðabiliyor... Muhalefet partilerinin bu tür nefretçi sapmalarý savunmamasý, üstlenmemesi gerekiyor...
Ýnsanlýðýn unutulduðu yerde, çürüme baþlar, çünkü insanlýðýný unutma, insanlýðý öldürmenin ta kendisidir...
Siyasete meraklý olabilirsiniz, hatta partizan da olabilirsiniz, ama bir felaket anýnda ''onlardan yardým alýyorsanýz, bizden yardým alamazsýnýz' ayrýmcýlýðý siyaset yapmak deðildir. Ýnsanlýktan çýkmaktýr...
..................................................................
Nereye gidiyoruz? Nasýl bir dünya bekliyor bizi?
Geçen yýldan beri salgýn hastalýk belasý ile mücadele ederken, þimdilerde ciddi iklim krizi kaoslarýyla karþý karþýyayýz... Þairin dediði gibi sanki; 'yaklaþýyor yaklaþmakta olan''... Olaylar sanki bizi giderek bir kýyamete hazýrlýyor. Ne garip, çok zorlu ve ölümcül sýnavlarýn arasýndan hayat yine de devam ediyor.
Orman yangýnlarý sadece aðaçlarýn kaybý deðil, barýndýrdýðý hayvan popülasyonu ve bitki çeþitliliðiyle bir arada düþünüldüðünde bir ekosistemin çöküþü, yok oluþu demek bu yangýnlar... Yangýn öncesinde alýnacak tedbirler ile yangýndan sonra yapýlmasý gerekenler hakkýnda bir fikir birliði yok. Sayfalarca okuduðum raporlara bakýlýrsa her ülkenin hatta her yörenin kendine özgü bir yapýsý var. Yani milli politikalarýn yaný sýra, bölgesel hatta yöresel planlamalara da ihtiyacýmýz var.
Günümüzde insan hayatýný ilgilendiren hayati her konuda, devletin þeffaf politikalar yürütmesi isteniyor. Paydaþlarla; mahalli idareler, sivil toplum kuruluþlarý, medya ile çok bileþenli bir süreçler mimarisi gerektiriyor bu iþler...
Ve elbette halkla iliþkiler... Konuþmaktan çok, belki de içtenlikli bir þekilde duyguyu paylaþmak, nezaketi elden asla býrakmamak giderek daha fazla önemseniyor.
Yaðmurun yaðmasýyla morallerimiz düzelmeye baþladý. Ýnþallah el birliðiyle bu zorluðu da aþacaðýz. Ýþ ki o yaðmur gönüllerimize de yaðsýn...