Manisa’da işin içinde iş var...

Manisa’da “Fethullahçı terör örgütü” (FETÖ) iddiasıyla düzenlenen operasyon sırasında gözaltına alınan başörtülü bayanlara takılan kelepçeler, büyük bir infiale sebep oldu. 28 Şubat zulmünü yaşamış, başörtüsünden dolayı itilmiş kakılmış üniversite öğrencilerinin acısını iliklerine kadar hissetmiş insanlar, “ne oluyoruz, neler oluyor?” diye bir yürek yangını hissettiler.

Böyle bir hukuksuzluk, sadece başörtülü bayanlara yapıldığı için değil, kime yapılırsa karşı çıkmak gerekir. Bu meselede maalesef hepimiz kabahatliyiz. Sıkıntının kaynağı, herkesin kendine demokrat olması, demokrasi talep ederken sadece kendisini düşünmesidir.

Ben emniyet içindeki Paralel Yapı’nın, etkisini ve varlığını hala koruduğunu düşünenlerdenim. Manisa’daki hukuksuzlukla ilgili de şüphelerim var. Gezi olaylarında bir bayanın yüzüne bir adım mesafeden biber gazı sıkandan şüphelenirim. Çadırların yakılmasından şüphelenirim. Terör yuvasını basar gibi anaokullarının, kreşlerin üzerine çökülmesinden şüphelenirim. Üniversite öğrencilerine tokat atılmasından, saçından tutulup bir bayanın sürüklenmesinden şüphelenirim. Bir teröristin cansız bedeninin iple bağlanıp yerlerde sürüklenmesinden şüphelenirim. Bunların hepsi, otonom bir yapıdan hesap sorma meselesini özünden saptırmaya, sulandırmaya yarıyor.

Mesela, bu Manisa’daki son hadise, AK Parti’nin seçim zaferinin hemen ardından, daha YSK kesin sonuçları açıklamadan geldi. Sanki üzerlerinde toplanan kara bulutları dağıtmaya, kaybettikleri mütedeyyin kamuoyunu kazanmaya çalışıyorlar.

Manisa Emniyet müdürünün derhal açığa alınması, bu işlemi yapan polisler hakkında inceleme başlatılması, hükümetin hassasiyetini göstermesi bakımından çok isabetlidir.

F. Gülen, başlattığı savaşı tırmandıracak, pes etmeyecektir. Daha önce dediklerini bu köşede 1 Ekim’de yazmıştım. 11 Aralık 2014’te Herkul internet sitesinde yer alan 442. Nağme başlıklı sohbetinde şöyle diyordu:

“Gidip ille de kendi ayağınla teslim olma meselesine gelince... Hiçbir peygamber.. ‘Biz sizi arıyoruz, gelin teslim olun’ dediklerinde, Hz. Musa, Eyke’den dönüp gelmemiştir. İnsanlığın iftihar tablosu, Medine’den dönüp gitmemiştir. Hz. Zekeriya kendi eliyle teslim olmamıştır. Hz. Mesih’in teslim olmasına Allah müsaade etmemiştir. Zalimin işini kolaylaştırmak bir vebaldir. Zorlasın, göbekleri çatlasın, beyin kanamasından gitsinler...”

Aynı yazımda şimdi firarda olan Zaman gazetesi eski Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı’nın, bugün kendi durumunu da izah eden ifadelerini de hatırlatmıştım. Dumanlı da şöyle diyordu: “Zulüm varsa hicret de vardır.” Bunlarınki kaçma olmuyor, “hicret” oluyor...

Gülen ve Gülenistler iyice şirazeden çıktılar. Bakınız üç gün önceki Pensilvanya konuşmasında F. Gülen, savaşı çok ileri ve tehlikeli boyutlara nasıl taşıyor:

“Aklımdan geçiyordu ki: ‘Acaba nezd-i ulûhiyette bu hizmetler kabule karin olmadı mı, neden işkence edilmiyor? Neden Hizmet gönüllüleri, o enbiya-i izam, sahabe-i kiram ve tabiin efendilerimiz gibi, değişik dönemlerdeki mağdurlar, mazlumlar gibi, değişik bela ve musibetlere maruz kalmıyor?’ Bu bela ve musibetler fasit dairesi başlayınca, bu düşüncemdeki su-i zan da yıkıldı. ‘Ehl-i zulüm insafsızlar, bu camia içinde bulunan insanlara ilişmiyorlar, ısırmıyorlar, salya atmıyorlar, diş göstermiyorlar.’ şeklindeki mülahazalarım bir yönüyle cevabını buldu.”

Bir din adamı, ülkesinin yöneticilerine karşı, kendisine körü körüne bağlı insanlara “zalimin işini kolaylaştırmayın, teslim olmayın, ölümü göze alın” çağrısı ile neler neler diyor...