Mardin: Zamanın durduğu, yüzyılların yaşanıldığı şehir…

Zamanın durduğu, bir anda adeta yüzyılları yaşatan bir yerdeyim. Neredeyim? Mardin’deyim... Suriye sınırında Nusaybin, çarşılarıyla bir kültür ve inanç parkı olarak tek avlu içinde birleştirilen, 2014 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası geçici listesine dahil edilen Zeynel Abidin Camii ve Mor Yakup Kilisesi ile çayıyla, kahvesiyle hasretle kucaklayan, saygı, sevgi ve misafirperverlikle karşılayan insanlarıyla sizleri bekliyor...

Nusaybin’de Beylik Köyü'nün aile reisi Seyit Hacı Süleyman Berekatoğlu, bembeyaz saçları, pırıl pırıl yüzüyle küçüğünden büyüğüne hürmet edilen, sözü dinlenilen ekmeği yenir, çayı içilir, sofrasında oturulur bir isim. Sohbet ettik, sanki kırk yıllık hasretimizi giderdik. "Bizim tek Reisimiz, Liderimiz Recep Tayyip Erdoğan’dır evlat. Canımızla kanımızla, toprağımızla, insanımızla, duamızla ölümüne yanındayız" diyor.

Canla başla misafir etmek, sofralarında ağırlamak istediler vakit yoktu. Nusaybin ve çevresini gezdim, inceledim ve Mardin’e yola koyuldum.

"Askıda ekmek.

Kimse ekmeksiz kalmasın.

Herkes katılabilir.

'Fakire Allah versin' diyen zengin:

Peki sana kim veriyor?"

Mardin Çarşısı'ndaki 13/A numaralı adreste bulunan ekmek fırınındaki tabelada yazıyor.

“Allah herkese hayırlı kazanç fakire bolluk bereket versin” diyerek ekmeklerimizi askıya asarak başladım Mardin sokaklarını adımlamaya...

“Adım Mikail Mardinli, yaşım 18 Ağabey bunun içerisinde 41 çeşit baharat var, hurma var kilosu 35 lira” diyerek kurabiye tepsisini uzattı genç Mardin esnafı. Adeta bir gelin gibi süslenmiş eşeğini pür dikkat süren çocuk kalabalığın ortasında yanımdan geçerken fotoğrafını çektim. Sonra bir çay bahçesinde bir bardak şekersiz demli bir çayla uçsuz bucaksız Mezopotamya Ovası'nı seyre daldım.

Şehidiye Camii ve Medresesi’nin tabelasına vuran Mardin’de heyecanlanmamak mümkün değil. Mardin’de konaklamak ve otellerle ilgili fikir sahibi olmak için birçok otele girdim, inceledim, çıktım hatta 'burada kalmadan gitsem mi' diye düşünmedim dersem yalan olur. Neden derseniz, bir "Hoş geldiniz, nereden geldiniz? Bir soluklanın kahvemizi için. Mardin’i nasıl buldunuz? Size nasıl yardımcı olabiliriz"i duymak isterken farklı farklı fiyatlar, oda satma telaşı ya da "ister kal ister kalma bizde böyle" dercesine yaklaşımlar açıkçası düşündürdü beni.

Her geleni etkileyecek, mutlaka görülmesi, gezilmesi, keşfedilmesi gereken bir turizm şehri Mardin. Aman ne olur 'gel-geç turizm' anlayışıyla ticari kaygılara yenik düşmesin. Mardin otelcisine esnafına herkese büyük görevler düşüyor. Biz güzelliklerini paylaşalım...

Mardin, Midyat, Nusaybin, Dara, Artuklu, Kızıltepe, Savur, Dargeçit, Anıtlı köyü, Derik, Mazıdağı ve daha fazlası… Başlı başına bir tarih kokan Mardin’i gezmek, tanımak uzunca bir zaman alabilir. Her bir yeri size farklı bir kapı açan; farklı dinleri, farklı dilleri ve farklı kültürleri birbiriyle yaşatmaya çalışan mozaik bir yapı. Bu egzotik yapı insanı adeta mest edebilecek kadar keskin…

Kasımiye Medresesi, Zinciriye Medresesi, Mardin Müzesi, Dara Antik Kenti, Midyat Eski Kent, Midyat Mağaraları, Zerzevan Kalesi, Mor Gabriel Manastırı, Deyrül Zaferan Manastırı, Bab-ı sor Çeşmesi, Ulu Camii, Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi gezilip görülecek yerlerden bazıları.

Şehre yaklaştıkça koku da değişiyor. Şehir aşağı ve yukarı olarak ikiye ayrılmış. Şehre geldiğinizde ise geçmişle gelecek arasında nasıl bağ kurulacağını şaşırıyorsunuz. Yukarı size tamamen bir tarih yaşatırken; aşağı ise sizi daha modern bir hayata götürüyor. Taşın harikası olarak gözüken bu şehir size tarihi yeniden hatırlatıyor. Kültürel miras taşıyıcılığının son durağı gibi adeta…

Kültürel mirasın taşıyıcılığını yukarı Mardin’de keşfetmek mümkün. Mistik havası, taş yapı ile birleşince ortaya çıkan görüntü tamamen yolculukta aradığınız dinlenme noktanız gibi oluyor. Böylesine mozaik bir yapı ancak bu kadar dinlendirebilir ruhunuzu. Şehir gündüz ayrı bir görkeme sahipken; gece karanlıkta gerdanlık misali ışıl ışıl parlıyor. Şehrin tarih mirasçılığını ve kültürel değerlerini Mardin Müzesi’nde daha yakından görebilir, tarihini biraz daha yakından tanıyabilirsiniz. Şehrin birbirinden değişik yöresel yemekleri; işkembe dolması (Kibbe), Mardin usulü içli köfte (İrok), Kaburga dolması, Sembusek, Mardin çöreği, Alluciye, Accin, Harire tatlısı ve daha fazlasını bölgenin en otantik restaurantları olan Bağdadi, Seyri-i Merdin, Yusuf Usta vb. bir çok yerde bulmak mümkün. Sadece bunlarla kalmayan Mardin’in diğer bölgeleri de tarihi zenginlik açısından gezilip görülecek yerleridir.

Mardin merkezde yürüyerek başladığım bu yolculukta Mardin’e hitap eden ve otantik bir otel aradığım esnada şans eseri eski bir yapıya sahip olan açık bir kapının önünden geçerken gördüğüm kalabalık bir grup beni bir şekilde içeriye çekti. Mekan tamamen taş yapıya sahip olan, içerisi eski antika eşyalarla ve fıçı süslemeleriyle yer alan bir sığınak kafesiydi. İçeriye girdiğimde bölgenin hem yerel insanları hem de dışarıdan bölgeye yerleşmiş bir grupla farkında olmadan ayak üstü konuşma, beraberinde çayla daha çok demlenmeye başladı. Bölge halkının sıcak ve samimi sohbeti bölgeye olan sempatimi daha da artırdı. Bölgeye olan merak Ararat Cafe’de biraz daha arttı ve bölgeyi tanımanın ve anlamanın yerele inmek gerektiğini gösterdi. Herkesin bildiği yerler dışında herkesin bildiği fakat anlamlandıramadığı dar ve ara sokaklar adeta bir gizeme sürüklüyordu. Dar ve ara sokaklardan geçen eşekleri anlamlandırmak güç olmamıştı. Eşekleri ile meşhur olmasının sebebinin de Mardin’in dar sokaklarına araba girememesiydi. Halkın eşekleri süsleyiş tarzı hayvanına verdiği önemi de göstermekteydi. Her bir sokakta farklı bir dille karşılaşmak bölge halkının farklı olduğunu göstermekteydi. Türk, Kürt, Arap, Süryani hepsinin iç içe olduğu muazzam karma bir şehir. Cami ve kiliselerin görkemli yapıları insanları adeta içine çekiyordu.

Mardin’in tarihi yapısı dışında Mardin’e has olan gümüşçülük, sabunculuk, şarapçılık ve kahvecilik ise başlıca esnafın geçim kaynakları arasında. Mardin sokaklarında müthiş bir kalabalığın şehre olan ilgisi, farklı yerlerden gelmiş turistlerin hayran hayran bakışları, herkesin fotoğraf çekme, paylaşma isteği “bakın ben Mardin’deyim hadi siz de gelin bu şehri mutlaka görün” dedirtiyordu.

İçerisi antik eşyalarla süslenen ve tamamen  taş bir yapı olan Ararat Kafe’de antropoloji bölümü öğrencisi Pınar Şen ve arkadaşlarıyla bölgeye dair keyifli bir sohbet ederek onların da bölgeyle ilgili duygu ve düşüncelerini dinledim. Gündüzü ayrı gecesi ayrı güzel, taşında, toprağında, duvarlarında geçmişten geleceğe yaşanmışlıklarıyla kelimelere, sayfalara, anlatılanlara, yazılanlara sığmayan bir şehir Mardin. Dahası da var…