Markar Esayan: Gezi Hükümete güç verdi reformlara hayır diyemezler



Esayan:
Ana muhalefet partisinin etkili ve anlamlı bir siyaset yürütmemesi bilakis kişiliksizleşmesi tabanda depresyona yol açtı ve Gezi’de patladı. Dile getirilen hak ve özgürlük talepleri açılımlar için büyük şans.

Gezi’de başlayıp başkalaşarak devam eden olayların sosyal siyasi psikolojik sebep ve sonuçları, üzerinde uzun uzun durmayı hak ediyor. Ben de bu hafta, Gezi’de açığa çıkan toplumsal muhalefetin Türkiye’de yaşanan dönüşümle, asırlık geçmişi olan sınıfsal kibirle ve öfke krizine giren depresyonla ilgisi üzerinde durmak istiyorum. Konuğum bu ilgi ve toplumsal depresyon üzerine uzun zamandır yazan Markar Esayan. Bir dönem Türkiye’nin dönüşümüne önemli katkılar veren Taraf gazetesinde yazı işleri müdürlüğü yapan, bir süredir de Yeni Şafak gazetesinde yazan Esayan’ın Cemil Ertem ile birlikte imza attığı, Gezi olaylarını merkeze alan kitabının adı “Dünyayı Durduran Altmış Gün”. Gazeteciliğinin yanı sıra edebiyatçı kimliğiyle de tanınan Esayan’ın Jerusalem, Karşılaşma ve Şimdinin Dar Odası adında üç romanı bulunuyor.

Gezi üzerine çok yazıldı çizildi, herkese göre bir Gezi var. Sizce göre neydi Gezi?


Bence Türkiye’nin 15-16 Haziran öğrenci olaylarından sonra yaşadığı en önemli toplumsal hareketlenmeydi. Akademinin de daha fazla ilgilenmesi gerekiyor çünkü bize dair çok fazla data içerdiğini düşünüyorum. Hangi perspektiften soru yöneltirseniz o perspektiften bir cevabı var. Dolayısıyla tek cevabı yok. Bu da Gezi’yi daha karmaşık hale getiriyor. Mottoya dönüşen “ama Gezi bu değil” itirazının o açıdan bir haklılık payı var, çünkü herkesin bir Gezi’si var. Ben Gezi’de 12-13 tane toplumsal katman, faktör tespit ettim. Çok kabaca söylersek Gezi’de çevre duyarlılığıyla başlayan krizin iyi yönetilmemesiyle halkla polis karşı karşıya geldi ve 11 yıldır devam eden reform sürecinde temsil edilmediğini düşünen geniş bir toplumsal kesimi de caddelere döktü.

KİŞİLİKLİ BİR ANA MUHALEFET YOK

Gezi olayları iktidar eleştirisinden ibaret gibi algılandı aktarıldı ama muhalefet yokluğunun Gezi’ye etkisi de vardı. Etkili ve ümit veren bir muhalefet olmaması sonucunda halkın duruma el koyması olarak da okunabilir mi Gezi?


Muhalefet yokluğu Türkiye’nin eski bir sorunu ama gittikçe ciddileşiyor. Anlamlı, kişilikli ve etkili bir ana muhalefet partisine sahip değiliz. 11 yıllık reform sürecinde AK Parti’nin yaptığı, yapmaya çalıştığı reformlara kategorik olarak karşı çıkan ve dolayısıyla ahlaki üstünlüğünü gittikçe yitiren bir karakter bozulması var. Çünkü o karşı çıkışların hiçbir meşruiyeti yok. Hâlbuki 11 yılda sadece yapılması gerekenler yapılıyordu. 2007 -2008’de sadece Abdullah Gül’ün eşinin başı örtülü diye muhalefet yapıldı. Bir insan hakkı kullanılmak istenirken, bu hak bir başka insan hakkı çiğnenerek önlenmek istendi. Bunun toplumda bir karşılığı yok. Tek karşılığı korkular.

HALKIN BİR KISMI STATÜKO DESTEKÇİSİ

2007’de AK Partiye cumhurbaşkanı seçtirmemek için harekete geçen koalisyona, 367 saçmalığının icadına siyasetin, medyanın, kurumların desteği oldu ama toplumsal destek de oldu. Cumhuriyet mitinglerinde on binlerce insan Çankaya’ya başörtülü biri çıkamaz diye sokaklara döküldü. Bazı insanların haklarının gasp edilmesini onaylayan toplumsal bir kesim de var yani?


Doğru, CHP bunu bir rejim meselesine çevirmek için öndeydi ama bu sadece CHP’yle sınırlı değil. Yüz binlerce insan meydanlara çıktı, ordu göreve pankartları açıldı. Bütün ulu-solcu STK’ların baroların vs. orada olduğunu gördük. Çok acıklı bir durumdu. 90 yıllık bir statüko var Türkiye’de. Bu statükonun temsilcisi olduğunu düşünen bir siyasi parti ve onunla dayanışma içinde olan yargı ve askeri vesayet kurumları, bürokrasi, onun altında hizalanmış medya, odalar, sendikalar, üniversiteler var. Bu yapı Türkiye’yi yıllardır yöneten bir yapı. Bu yapının iktidarını kaybederken ses çıkarmaması mümkün değildi. Burada tabii o paralelde düşünen geniş bir halk kesimi olduğunu da görmek lazım. Türkiye toplumsal siyasi açıdan dönüşüyor, onu dönüştüren bir kesim var ama dönüşmeyen kesim de var. Sonuçta bu ideoloji bir toplum yarattı. Biz de onun ürünüyüz sadece beyaz Türkler, Kemalistler değil. Bizim ya da AK Parti’nin çelişkili halleri de oradan aldığımız kodlardan ötürü lapsuslar halinde ortaya çıkıyor zaman zaman.

KEMALİST İDEOLOJİ BAŞARILI OLAMADI

Daha birkaç yıl önce Başbakan Erdoğan bir İHL mezunu olarak laikliği tavsiye etti Mısır’da Mübarek rejimine. Bu da sistemin bir başarısı aslında?


Kesinlikle. Biz de dönüştük. Türkiye toplumu nevi şahsına münhasır bir toplum. Yüzde 99’u Müslüman. Tanım kolaylığından bu siyasi gerilimlerde sosyolojik bir sınıf olarak laiklerle-Sünniler karşı karşıya geliyor diyoruz ama laikler de kendini Müslüman olarak tanımlıyor. Sonuçta dindar bir toplum ama üzerinde Kemalist ideolojinin projeleri uygulanmış. Ama Kemalist kurucular 1920’lerde yola çıkarken tasarladıkları hedefe de tamamen ulaşmış değil. Orada bir başarısızlık var. Tamamen dinin özel alanla sınırlandırıldığı kültürel bir Müslümanlığa geçilmedi, aşırı sekülerleşmiş bir toplum olmadık çünkü. Ama hiç etkilenmemiş de değiliz. Zaten toplum mühendisliklerinden hiçbir zaman istenen sonuç alınmaz. Sıradan birey o taktikleri alır dönüştürür ve ondan bir yaşam çıkartır. Türkiye’ye de bu oldu. 2002’ye geldiğimizde bunu fark ettik.

İKİ AYRI TOPLUM MUYUZ?

Neyi fark ettik?


İki ayrı toplum olduğumuzu. 28 Şubat tecrübesinden dersler ve etkili bir siyasi parti çıkarıp ilk seçimde iktidara taşıyan bir Anadolu burjuvazisi ve orta sınıfı var Türkiye’de. Dindarlardan, Kürtlerden, gayrimüslimlerden, liberallerden ve özgürlükçü soldan oluşan bir sınıf bu ama genelde siyah Türk diyebileceğimiz dindar halk tabakasından oluşuyor. Muhafazakar demokrat bir partiyle onun yaptığı reformların kendisine zarar verdiğini, imtiyazlarını kaybettirdiğini ve ellerindeki iktidar tekelini aldığını düşünen bir karşı toplumsallığın Cumhuriyet mitinglerinde olduğu gibi 2002’den bu yana karşımıza çıktığını ve direndiğini görüyoruz.

GEZİ’NİN SEBEBİ TOPLUMSAL DEPRESYON

Gezi bu direncin güncellenmiş daha konsantre hali midir peki?


2000 öncesini bilmeyen ve daha fazla özgürlük isteyen bir gençlik de vardı Gezi’de. Ama Gezi’ye destek veren asıl kuşak bizim yaşlarımızdan başlayan daha yaşlı kuşaktır. 2007 Cumhuriyet mitinglerine katılanlardan çok farklı olmadığını söyleyebiliriz. Kamuoyu araştırmalarında insanlar parti ismi zikretmiyorlardı ama yüzde 90 küsurunun AK Partili olmadığını biliyorduk. Dolayısıyla AK Parti’nin 11 yıllık iktidarında yaptıklarından memnun olmayan, değişim sürecine onay vermedikleri gibi bu değişime kendi müdahalelerinin olmadığını düşünenlerde, kendilerini temsil edebilecek güçlü bir muhalefet partisinin olmamasının bir sonucu olarak büyük bir depresyonun, o ilk krizin doğru yönetilmemesiyle açığa çıktığını ve Gezi’de ana motifin bu olduğunu düşünüyorum.

CHP’DEN ÜMİDİ KESTİM SOKAĞA ÇIKIYORUM!

Depresyon vurgusu çok önemli. Anketlerde görüldü ki Gezi katılımcılarının yüzde 75’e yakını CHP tabanı. Sokağa çıkan CHP’lilerdeki depresyonun sebebi CHP’nin sandıkta etkisiz eleman oluşu, iktidar vaat etmemesi denebilir. Peki CHP’nin Gezi süreci ve sonrasındaki tutumuyla bu derde deva olması ihtimal dahilinde midir sizce?


Gezi krizinde Başbakan partisinden ayrılmak, yalnızlaştırılmak istendi, orada algı mühendisliği çalışması da oldu ama asıl zarar gören maalesef CHP’ydi. Çünkü bir taban, partisinden ümidi kesip, partisini fiilen silip, kendisi siyasi aktör oldu. Bu ülke için riskli bir şey. Parlamenter sistemde insanlar siyasi partilere oy verirler, oy verilen parti bir dönem kaybetse de bir dönem kazanır ve ait oldukları toplumsal kesimlerin taleplerini öne çıkartır, böyle bir denge oluşur toplumda. Her parti de hükümet olduktan sonra toplumun genelinin taleplerini karşılamaya çalışır, en azından ideali budur. CHP zarar gördü çünkü şunu demiş oldu CHP tabanı: “Ben senden ümidi kestim, önümüzdeki bir on yılda da iktidar olma şansın yok, sokağa kendim çıkmaya mecburum”. Bunun sebebinin rasyonel veya irrasyonel olmasının önemi yok. Bu duyguyla sokağa çıktılar ve ben CHP’den umudu kestim sokağa çıkacağım ve ülkeyi yönetilemez hale getireceğim dediler.

POTANSİYELDEN KİNETİĞE GEZİ

Gezi “sandıkla değil zorla siyasi değişiklik yapmayı hedefleyen bir toplumsal kalkışmadır” diyebilir miyiz buna?


Bunu inkar edemeyiz, bu bir toplumsal kalkışma. Doğru yanlış demek yerine anlamaya çalışıyoruz şu anda. Halk tabii yan yana gelip buna karar vermiyor. 11 yıllık duyguların birikimi ve aniden ortaya çıkan krizin bir fırsata dönüşmesiyle potansiyel duyguların kinetik hale gelmesi bu. Çok ciddi bir kriz yaşadık aslında. İki tarafı var bunun. Dindarlar ve totaliter laikler 11 yıldır karşılaşma halinde. Biz istiyoruz ki bu iki toplum birbirine değsin muhabbet etsin ve birbirini anlasın. Az değil yüzde 25’lik bir kesim var. Onlar da herkes kadar bu ülkenin vatandaşı ve söz söylemeye, saygı görmeye hakları var. Kendi partileri tarafından bu sağlanamıyor. Dolayısıyla bu hassas durumun çok iyi idare edilmesi gerekirken aniden bir kriz yaşandı ve neredeyse bir iç çatışma riskiyle karşılaştık. Gençlerimiz öldü, yaralananlar oldu ve bu acılar suiistimal edildi.

Toplumsal karşılaşma riski Gezi günlerinde gerçekten çok tedirgin ediciydi, Allah’a şükür bu olmadı. Bu risk nasıl bertaraf edildi sizce?

Başbakan Erdoğan parti tabanında “neler oluyor, 11 yıllık kazanımlar, iyileşmeler yok mu oluyor, Erdoğan’ı yedirtmeyiz” diyenlerin öfkesini gerçekten akıllı bir yöntemle Kazlıçeşme’de ve İstanbul dönüşünde yaptığı mitinglerde boşalttı.

ERDOĞAN TABANINI AKILLICA DEŞARJ ETTİ

Ama olası bir toplumsal karşılaşmayı önlenmek için öfkenin kontrollü şekilde boşaltılması bile aşağılama nedeni olabildi bazı Gezicilerce?


O aşağılama 11 yıldır var zaten. Göbeğini kaşıyanlar, bir paket makarnaya oy satanlar gibi adlandırmalar hep vardı, Gezi’de de öne çıkan bir motifti bu sınıfsal kibir. Ama bence Erdoğan ortaya çıkmış ve çıkacak bütün eleştirileri bir paratoner gibi göğüsleyerek Kazlıçeşme ve diğer mitinglerde tabanının öfkesini siyasi alana kanalize etti. Onlara dedi ki “öfkelendiniz ve haksızlığa uğradığınızı düşünüyorsunuz, ama bunun yolu sokaklar değildir. Önümüzde üç tane seçim var, sandığa gidin”. Bunu bütün konuşmalarında söyledi, “sokaklara çıkmayacak, fikirle mücadele edeceksiniz”. Gerginliği deşarj için sandığı işaret etmesi çok önemliydi çünkü o cenahta bir çatlama yaşansaydı Allah korusun hiç istemeyeceğimiz şeyler olabilirdi. Bu aslında beklenen bir kazaydı.

CHP’NİN YOL AÇTIĞI DEPRESYON GEZİ’YE AKTI

Gezi geliyorum mu diyordu yani?


Evet. Ben bu depresyon üzerine uzun süre düşünmüş ve yazmıştım, çünkü görüyordum. Orada negatif bir enerji birikiyor ama CHP bunu olumluya dönüştüremiyor. Bilakis o negatifliği arttıran bir anti-siyaset uyguluyor. Hem kendisini gittikçe kişiliksizleştiriyor –çözüm sürecine karşı çıkmak ne demek, hele de CHP tabanının yüzde 60’ndan fazlası çözüm isterken- hem de sürekli bir anti-reform siyaseti yapıyor. Bu tavır aşırı ulusalcı kesimde karşılık bulabilir ama CHP tabanında daha çok çelişki yaratıyor. Şöyle söyleyeyim; AK Parti’nin yaptığı reformlar –olmaz ya- CHP’den gelseydi, tabanın büyük çoğunluğu memnun olurdu. Mesela irtica tehdidi MGK’da kalktı, toplumda da karşılığı yok diyoruz ama CHP bunu doğrudan söyleyemese de her zaman bu motifi kullandı. Sürekli, “evet AK Parti bazı reformlar yapıyor demokratik paketler getiriyor ama AK Parti güvenilmez bir partidir, mutlaka arkasında kötücül bir şey vardır” diyor. Bu saplantıdan hiç vazgeçmedi. Üstelik bugün Meclis’teki CHP’de üç ayrı grup var ve hepsi bireysel çalışıyor. O yüzden ben bu CHP’nin yol açtığı depresyonun nereye akacağını bulamamıştım, Gezi’ye aktı.

HANİ DİNDARLAR RASYONEL OLAMAZDI?

Evet, Gezi öncesi biriken öfke, çaresizlik ve depresyon vardı ve diyelim ki kendi doğallığında gelişti. Lakin Gezi günleri boyunca organize bir yapı tarafından profesyonel ellerce inşa edilip yönetilen gayet kreatif bir Tayyibofi de vardı. Bunu nereye koymak lazım?


Bunu biraz evvelki hikayeden bağımsız düşünemeyiz. 11 yılda Türkiye kendi kaderini değiştirdi. 12 Eylül referandumu bir milattır. 11 yıl içinde Türkiye yönetilemez bir ülkeden ekonomik siyasi anlamda büyük bir dönüşüm geçirdi. Bunu hükümet çok değerli bir kadroyla yaptı ama bu sürecin sembol kişisi Erdoğan. Bu başarının da yarattığı, deminden beri konuştuğumuz sınıfsal depresyona benzer bir tehlikesi var. Çünkü bu topluma 90 yıldır şu öğretilmiş. “Dindarlar rasyonel olmazlar, dindarlardan iyi bir şey çıkmaz, zaten Osmanlı neden yıkıldı, İslam’ın geriletici yanları yüzünden Batı aldı başını gitti ve biz öz yurdumuzu bile son anda kurtardık, bunun nedeni İslam’dır dindir”. Mustafa Kemal ve arkadaşları dinden ve temsil ettiklerinden nefret ettikleri için yeni ülkeyi, kendilerinin arkaik ve barbar buldukları bütün bu yönlerden temizlenmiş olarak kurmak istediler, Türkiye’nin bu sayede Batıyı yakalayacağını düşündüler. Dolayısıyla burada din ve dindarlar kendi başına bir sorunsaldı. Sorun baştan böyle tarif edilince, buna inanan bir toplumsal taban da oluşunca 11 yılda AK Parti’nin gösterdiği başarı nedeniyle ezberleri bozuldu. Çünkü dindar bir lider geliyor ve her alanda onların hayalini kurdukları her şeyi yapmayı başarıyor.

SINIFSAL KİBİR, KISKANÇLIK VE ÖFKE

Statükocu kesimler ve CHP dışında, kendisine solcu diyenler açısından durum nasıl?


Özellikle solcular, devrimciler açısından AK Parti başarısının büyük bir travma olduğunu düşünüyorum. 80’de büyük darbe yemiş, SSCB’nin yıkılmasıyla tamamen çökmüş bir ruh halindeler ve onların yapmayı hayal ettikleri pek çok şeyi dindar bir parti ve o partinin Kasımpaşa’dan çıkmış bir lideri yapıyor, ülkeyi çok zor bir durumdan alıp dünyanın 16. büyük ekonomisi haline getirirken Müslüman coğrafyanın da kahramanı haline geliyor. Bu durum siyah Türklerle beyaz Türkler, dindarlarla totaliter laikler arasındaki gerginliği artırdı. Bir kere böyle bir rezistans var. Şimdiye kadar “çünkü” diyorlardı “onun gizli bir ajandası var. Şimdilik bize hoş görünüyorlar ama günün birinde torbadan İran’ı çıkarıverecekler, kadınları çarşafa sokacaklar”. Ama 11 yılda böyle bir şey olmadığı görüldü. Üstelik olması gereken demokratik laikliği de dindarlar temsil ediyorlar bugün. Gezi’de ben bunun sınıfsal bir kibir olarak ortaya çıktığını görüyorum. “Nasıl olur da dindarlar başarılı olurlar, rasyonel akıl gerektiren meseleleri hallederler, bizim Kürt meselesi, Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu gibi çözülemez diye çoktan vazgeçtiğimiz sorunları çözülebilecek bir yola sokabilirler”. İşte Başbakan Erdoğan tam da bu başarı ve dindar kimliği yüzünden çok ciddi bir nefret çekiyor.

BAZI SOL VE LİBERALLER NEDEN ÇILDIRDI?

“Aydınlar” da bu kibre dahil mi?


Köşe yazarlarında ulu-solcu çevrelerde liberal bazı yazarlarda görülen o çıldırma halinin nedeni Erdoğan’ın vesayet kabul etmemesi. Düne kadar liberallerin akıl verebildiği Erdoğan kısmen kabul edilebilir bir Erdoğan’dı. Dindarlarla eşitlik ise, ancak gerçekleşmeyecek bir hedef olduğunda muteberdi. Ama 12 Eylül referandumundan sonra bu ilişki koptu. Erdoğan’ın partisi ve tabanı giderek kendi kendine yetiyor, Erdoğan tabandan güç alıyor reformlar yapıyor, başarılı oldukça da tabanın partisinin özgüveni artıyordu. Dindar kesimlerdeki 90 yıllık hasar ve kompleks Özal döneminden başlayarak 11 yıldır da Erdoğan’ın şahsında şifa buldu. Ama bu öteki mahallede gerçekleşmedi. CHP kolay oy alabilmek için sürekli tabandaki korkuları canlı tuttu ve o kesimlerde özgüven kaybı yaşandı. Sınıfsal kibirle birlikte bu bir öfkeye dönüştü. Gezi’de de, bu başarısızlık tarihinin tüm hırsını çıkarmak istediler. Hiçbir zaman onların toplayamayacağı kalabalıkları sokaklarda görünce, devrimcilik oynamaya, kendilerini iyi hissetmeye çalıştılar.

YÜZDE 25’İN TOPARLANMASI LAZIM

CHP’de durum değişmiş görünmüyor. İnsanlar Gezi’de kendilerini bir şekilde ifade ettiler ama siyasi sonuç almaya çalışanların çabalarına rağmen oradan bir şey çıkaramayacakları da görüldü. Şimdi ne olacak, depresyon nasıl aşılacak? Ya daha da derinleşirse?


Bundan sonra asıl sorunumuz bu olacak. Hepimizin arzusu güçlü bir ana muhalefet partisi. AK Parti’nin olmadığı dönemlerde de kendi özgün motifiyle reformları sürdürebilecek bir ana muhalefet partisinin olması gerekli. Herkesin korkusu Erdoğan’a bir şey olursa Türkiye’nin bir CHP-MHP koalisyonuyla eski kabus günlerine dönmesi. Ama kısa vadede bu olası gözükmüyor. Oradaki sosyoloji depresyonda olduğu için anlamlı ve etkili bir siyaset üretebilme kabiliyetinde değil. Çünkü tabandan gelir bu. Nasıl AK Parti’nin tabanı Anadolu kaplanlarıyla, KOBİ’lerle, 28 Şubat’tan dersler çıkararak bir yere geldiyse... Orada sağlıklı işleyen bir özeleştiri süreci vardı. Ta 1970’lerden Erbakan Hocadan gelen organik bir halk-parti ilişkisi vardır. Ama CHP bir bürokrasi partisi, tabanla hiç ilişkisi yok. Orada hem organik ilişki yok, hem tabanın kendisi depresyonda olduğu için, bir Erdoğan fobisiyle ve sınıfsal kibirle olanları sürekli yanlış anlamaya çalıştığı için gerçekle ilişkisi kopuk. O yüzden anlamlı bir muhalefet üretme imkânını yitiriyor. Bu, Türkiye için büyük bir kayıp. Çünkü orada çok önemli bir insan kaynağı var. Yüzde 25’i bu ülkenin. Medyada, iş dünyasında, reklam sektöründe, üniversitede… Onlar bu ülkenin yetiştirdiği çok değerli insanlar aslında. İçine düştükleri bu sorunu aşıp bagajlarındaki bütün iyiliklerle, eleştirilerle, önerilerle Türkiye’nin geleceği için sürece katılmaları lazım. Ama biz hala bilek güreşi yapıyoruz.

GEZİ HÜKÜMETE BÜYÜK GÜÇ VERDİ

Depresyonu aşmaları için AK Parti bu kesimlere nasıl yardımcı olabilir?

Sanırım AK Parti’nin en büyük hatası 12 Eylül referandumunun bir milat olduğunu kavrayamaması. Kavramış olsa da hızlıca siyasete eklemleyememesi. Çünkü bir parti ve liderini düşünün hakkında bir düzine suikast planı çıkmış, 2010 yılına kadar kapatma davasıyla uğraşmış, 2009’a kadar hakkında genelkurmayda, kara kuvvetlerinde darbe planı yapılmış. Bu parti yaptığı her reformda ciddi bir rejim kriziyle karşılaştı ve sürekli kavga ede ede yol aldı. Ve bu kavgaları da ahlaki üstünlüğü olan bir zeminden yaptığı için, halk desteğiyle her seferinde daha da güçlendi. Ok. Burada sorun yok çünkü kavga etmek zorundasınız. Sen demokratik zemindesin, derin devlet Hrant’ı öldürüyor, Malatya’da katliam yapıyor vs. 12 Eylül referandumunda askeri ve yargı vesayeti bitmese de ciddi anlamda sindirildi. Ama öyle bir şey oldu ki bunun üzerine bir de Açılım Süreci başlayınca ve PKK da AK Parti’ye karşı savaşan en önemli güç olmaktan vazgeçip çatışmayı durdurunca bütün ümitler suya düştü. CHP siyasetle iktidara gelemiyor. Asker darbe yapamıyor. Yargı bürokrasisi reformları engelleyemiyor. PKK savaşmıyor. Ve geriye hiçbir beklenti kalmıyor AK Parti’ye karşı. Bu durumda AK Parti’nin yapması gereken şey kendi yüzde 50’sinden öteye yeni bir siyaset geliştirmek olmalıydı. Bu da öncelikle üslupta kilitleniyor. Bu kadar çaresiz kalmış olanlar için. Kedi bile köşeye sıkıştığında aslana dönüşüyor. Karşınızdaki kedi değil halkınızın bir parçası. Yanılmış, korkuları suiistimal edilmiş bir halk kitlesi. 12 Eylül referanduma dek ortada bir savaş vardı, savaşmak zorundaydınız. 12 Eylül’den sonra ise savaşın bileşenleri, karakterleri ve aktörleri değişti. Sorumluluk alanı da değişti aslında. Diyelim ki bir 10 yıl daha iktidara gelemeyecek bir kesimin bu sürece katılmasını sağlayacak demokratik formüller bulmak için harekete geçilmeliydi. Ben Gezi’nin bu anlamda bir fırsat olduğunu, Hükümet’e büyük güç verdiğini yazdım.

ARTIK REFORMLARA HAYIR DİYEMEZLER

Bunu açalım, Gezi AK Parti için nasıl bir fırsat?


Bugüne kadar motif neydi? AK Parti bir reform yapmak ister, bir rejim krizi ortaya çıkar. Gezi’de ne çıktı ortaya, en azından nasıl meşrulaştırıldı? Biz daha fazla demokrasi istiyoruz. O zaman alın size demokrasi. Şu anda kimse kalkıp da sen cem evine yasal statü veriyorsun, niye Heybeliada’da ruhban okulu açıyorsun diyemez. Yine ama’larla, şunlarla bunlarla gelirler, samimiyet sorgulayarak ama bunun geçmişteki kadar güçlü olmayacağını AK Parti de, biz de gördük. Gezi AK Parti’ye büyük bir şans verdi aslında.

MUHALİFLER DE ÇAREYİ ERDOĞAN’DAN BEKLİYOR

Gezi’de bu kadar keskin bir kutuplaşma, agresyon ve hatta kibirli bir nefretle birlikte bir Tayyibofobi ortaya çıkmışken olanlar hiç olmamış gibi yapmak ne kadar gerçekçidir?


Eskiden AK Parti ve tabanı için yapılan samimiyet sorgulaması gibi bir yanlışa düşmemek ve halk ile Gezi’den bir darbe çıkarmaya çalışanları birbirinden ayırmak lazım. Gezi’yi başka hesaplar için kullanmak isteyenler olmuştur ama söz beyandır, biz oradaki insanların daha fazla demokrasi istediğini varsayabiliriz. Oradaki psikolojiyi istismar edenlerin, etmek isteyenlerin elinden bu kozu almak AK Parti’ye düşüyor. Zaten bu ülkede her şey AK Parti’ye düşüyor. Ne garip değil mi, hem Erdoğan’ı diktatör diye göstermeye çalışıp, hem de tüm demokratik hamleleri yine Erdoğan’dan bekliyorlar. AK Parti onların korkularını nasıl gideririm, gönlünü nasıl alabilirim, onlara nasıl ulaşabilirim, istismar edilmelerini nasıl önlerim demeli. O kesimle ilişkilerinde ana motif olarak bunu almalı, böyle gördüğünün işaretleri de var zaten.

ALEVİ FAYI KIRILMAK İSTENİYOR

Gezi’nin akut dönemi sona ermiş olsa da tehlike geçmiş sayılır mı?


Önümüzde çok tehlikeli iki konu var. Çözüm sürecinin kaderi ve Alevi fay hattı. Bundan sonra Alevi fay hattını kırmaya çalışacaklar. Etyen Mahçupyan da yazdı, ben de yazıyorum. AK Parti’yi ve Erdoğan’ı Sünniliğe sıkıştırmaya, Erdoğan’ın dengesini bozup, sokağı hareketlendirerek radikal çıkışlar yapmasını sağlamaya, Alevi vatandaşları huzursuz etmeye ve AK Parti Sünni bir partidir algısını yerleştirmeye uğraşacaklar. Batı’nın 300 yılda Avrupa’yı mezbahaya çevirerek yaptığı dönüşümü biz birkaç on yılda başarmaya çalışıyoruz. Bence çok başarılı bir süreç yaşıyoruz. Adaptasyon zorluklarının olması normal. Ama gelecek kuşaklara temiz bir ülke bırakmak boynumuzun borcu. Herkesin de böyle düşünmesi en doğrusu olacaktır.