Masal bu ya!

Bir varmış, bir yokmuş. Modern zaman içinde, saplar saman içinde, çok çok misak-ı milli ülkelerinden birinde ağlayamamanın güçlülük, gözyaşının acizlik, öldürmenin normal, kimyasal silah ile öldürmenin anormal, yalnızlığın değersiz, krizin en büyük beklenti, sandığın diktatörlük kutusu, anketlerin kandırmaca, kültürün medeniyet, medeniyetin modernizm, teknik direktörsüzlüğün bir kişiye yüklenen kahramanlık, iletişimin yalan, yalanın halkla ilişkiler zannedildiği bir ülke varmış. Masal bu ya...

Eskilerden gelsin. Anlat anlat heyecanlı oluyor.

Bir ifade biçim olarak gözyaşı

Babama söz verdim, bunu da yaz mutlaka dedi. ‘Sıradışı’ programı geçen hafta finalde süper bir cinlik yaptı ve Başbakan’ı ağlattı. Fonda hüzünlü bir müzik, ses zaten etkileyici. Mizansen yani. Bunu özellikle belirtenler var. Kıyamet koptu. Hemen koro başladı, ‘akapella’ (çok sesli) şeklinde. Efendim diktatör, otoriter, ülkeyi ne hale getirdi, bu kadarı da fazla artık, yok anketler bir şey ifade etmez, ne sandınız sandık hiçbir şeydir, ama demokrasi herşey, erkek adam ağlamaz, gözyaşı acizliktir bla bla... Halbuki, bunu bu şekilde ifade eden köşe tutucular her gün ağlamıyor mu? Ömür biçecek kadar ağlamayı ‘kronik’ hale getirmediler mi? Bir emekli genel müdür, ülke ülke gezip ona buna ağlamıyor mu?

İnsan izahtan utanıyor. Ortada içten yazılmış bir mektup, şehit edilen kızının ardından bir babanın yüreğinden çıkmış bir ağıt var. Bu zalimliğin karşısında ağlamamak mümkün mü? Boş kağıda yüz kez yazalım, ‘insani’ diye. Eğer karşındakinin yaşadıklarını yaşayamıyorsan, ağlayamıyorsan çare de üretemezsin. Gözyaşı bu anlamda bir ifade biçimi, doğal bir iletişim argümanıdır. ‘Brief’ belli, Mısır ve Suriye’de bir katliam var, zulüm var. Anla, ağla ve yap. ‘Yeni nesli’ bilmez ama ‘feraset’ diye bir şey var, bu gözyaşı da bunun bir göstergesi. Tarihte ağlamayan bir kahraman gösterin. Peygamberimiz (sav) örneğin, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni ile oğlunun mektuplaşmasına bakın, Yavuz Sultan Selim’e... Atatürk’e ağlamadı hiç diyebiliyor muyuz? Tersine düşünün. Esed, Sisi, Hitler filan ağlamış mıdır? Bu kadar mı iç iletişimimizden uzak kaldık ve gözyaşı bizi ne zaman terketti?

’Bir kimyasal varmış,  bir kimyasal yokmuş’

Suriye’de yıllardır yaşananlar. Bir şey yapılması için, beklenen sesin çıkması için ‘kimyasal silah’ kullanılması gerekiyormuş. O da tartışılıyor ya. Bugüne kadar ölenler, tahammül edilebilir, sıradan yollardan öldürüldü de işin içine kimyasal girince mi ‘suç’ ya da ‘katliam’ oldu. Nasıl bir normalleştirmedir bu anlamak mümkün maalesef, ama kabullenmek normal değil hâlâ benim için. Kimyamız bozulmuş iyice.

Değersiz kalabalıktan, değerli yalnızlığa

Siyasette, iletişimde, iş dünyasında vesair hayata yeni kavramlar kazandırmak önemli. Şu anki favorim ‘değerli yalnızlık’. Stratejik serinliktir bence bu. Zaten başarısız olsaydık, yalnız olmayacak, 2002 öncesi dönemlerde olacaktık. Değersiz kalabalık yani. ‘Sıfır sorun’ matematiğini baz alıp ‘yalnızım dostlarım yalnızım’ arabeskliğine kapılanlara ‘okuma yapmayı’ öneriyorum. Ters çevirin fincanı bakın. Bu yalnızlığa ‘arabesk ve pop’ köşecilerin, siyasetçilerin de değer vereceği zamanlar yakın. Zaten kriz de teğet geçmemişti. Beklemeyi bilmeyenler görmeyecek, o başka.

Bazı şeylere karşıyım

‘Kitle imha silahı’ lafına karşıyım. Kitle derken insanlar kastediliyor sanırım.
Ne kadar soğuk ve uzak. Bari ‘itlaf’ diyelim olsun bitsin...