Massignon’a bir cevabımız olmalı

Müslümanlar olarak hep Batı’nın ikiyüzlülüğünden şikâyetçiyiz: “İnsan hakları diyorlar ama...”, “Demokrasi diyorlar ama...” tarzında yakınıp duruyoruz. Acınacak bir hâldeyiz. Batı’nın “değer” olarak sunduğu aslında kötülüklerini perdelemeye yaramaktan başka bir şeye yaramayan paravan veya palavra diyebileceğimiz sözlere hakikaten inandık, inandırıldık. Batı’dan gelecek her görüşe, her fikre kutsal gözüyle bakıldı, karşı çıkanlar dışlandı, aşağılandı. “Yunan Aklı, Roma Nizamı ve Hıristiyan Ahlâkı” üzerine bina edilen Batı’nın diliyle konuştunuz mu muteber kişi, “Kayı Boyu’ndan bir cihan devleti kuran Osmanlı bunu hangi ruhla yaptı” diye konuştunuz mu ‘banal’ oluyorsunuz. Kendi mahallemizdeki içler acısı tablo maalesef bu!

Evet, hangi ruh bir kayı boyunu cihan devleti yaptı? Nasıl bir sistem kurdular da insanlığın sığınacağı güvenli bir liman oldular? Bu soruların cevabını pek düşünmedik. Düşünmeye fırsatımız olmadı. Nasıl olsa Batı’dan, “Yunan Aklı, Roma Nizamı ve Hıristiyan Ahlâkı”ndan doğmuş fikirler geliyor, çağdaş çağdaş yaşıyorduk!.. Lâkin deniz bitti. Batı’nın dünya çapında yaptığı veya işbirlikçileri aracılığıyla yaptırdığı katliamlar içinde bulunduğu buhrandan çıkma telâşından başka bir şey değildir. Bunun da bir süresi var. Bugün Batı iflasını katliamlarla örtüyor; “Ne kadar insan öldürürsek o kadar güçlü gözükürüz” sapkınlığıyla çoluk çocuk katlediyorlar. Silâhın da haksızlıkları örtmeyeceği günlere geleceğiz inşaallah. Tabiî ki bunlar hemen bugünden yarına olacak işler değil. Nihayetinde bakkal dükkânının batması bile hemen olmuyor.

Ekonomistlerden “krizleri fırsata çevirme” diye çokça duyduğumuz bir söz vardır. Bugün Batı’nın içinde bulunduğu kriz bizler için büyük fırsattır. Batı’nın köhnemiş söylemleriyle insanlığın düştüğü çukurdan kurtaracak fikir, sistem teklifi neden bizden olmasın! Zaten bu bizden beklenen bir hamle. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun İmân ve Tefekkür adlı eserinden yapacağım aşağıdaki iktibas sizlere meramımı anlatmama yardımcı olacak:

“Mütefekkir Massignon:

- Kalabalık bir orkestramız, zengin bir paletimiz veya çeşitli kaynaklarımız var. Kurnazlık ve ustalıkta o kadar çok şey biliyoruz ki, belki şimdiye kadar hiç kimse bunları bilmedi. Hayır! Bir şeyimiz eksik: Değişmeyen prensibi bilmiyoruz, eşyanın ruhunu tanımıyoruz, mevzu hakkında fikrimiz dahi yok... Notlar alıyoruz, geziler tertipliyoruz... Yazık, yazık... Bilgin oluyoruz, arkeolog oluyoruz, tarihçi, doktor, işçi veya zevk insanı oluyoruz; neden yapıyoruz bütün bunları? İyi, güzel de, kalp nerede? İlhâm nerede? Ağacın suyu nerede? Ne yapmalı ve nereye gitmeli?”

Kalp nerede? İlhâm nerede? Ağacın suyu nerede? Ne yapmalı ve nereye gitmeli?.. Biz bir yana, bu suâllerin cevabını ünlü İngiliz tarihçi Toynbee veriyor:

- İstikbâl İslâm’ındır! Denenmemiş bir o var!”

Massignon gibi sorgulayan, düşünen insanlara bir cevabımız olmalı. Bu cevap, onlardan aşırılmış fikirlerle değil de kendi kökümüzden günümüze taşıyabildiğimiz fikirlerle olmalı.

Bugünkü yazımda “İdare ruhu”ndan ve “Kayı Boyu’ndan bir cihan devleti kuran Osmanlı bunu hangi ruhla yaptı” bahsine çapım ölçüsünde değinecektim ama mevzu nelere sarktı. Görüldüğü gibi “yeni bir sistem” kuracağız demek kolay da nasıl yapılacağının izahı, temellendirmesi kolay değil! Öyleyse hendek değil, temel kazmaya devam edeceğiz...