Mazbata sonrası iki yol…

YSK’ya yapılan olağanüstü itirazların neticesi beklenmeden Ekrem İmamoğlu’na mazbatası verildi ve görevine başladı. 

1 Nisan’dan beri en dikkat çekici algı operasyonu, İmamoğlu’na, mazbatasının hemen verilmesiyle ilgili oldu. Bu yönde bir psikolojik harp yürütüldü. İmamoğlu’nun Ankara’ya gidişi, Anıtkabir şeref defterini “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı” olarak imzalaması, ABD’nin “seçimin meşruiyetini tanıyın, İmamoğlu’nun mazbatasını verin” yollu açıklamaları, İmamoğlu’nun maçlara gitmesi, “mazbatayı ver” sloganlarının atılması… 

Hâlbuki hukuktan yana olunacaksa, YSK’nın son kararının beklenmesi gerekiyor. 

Psikolojik harbin, mazbatanın verilmesinden sonra da devam ettirildiğini görüyoruz. 

Ekrem İmamoğlu'na yurt dışından ilk kutlamalar AB ve ABD'den geliyor. ABD'nin İstanbul Başkonsolosluğu; “Mazbatasını alan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu tebrik eder, yeni görevinde başarılar dileriz" derken, Avrupa Parlamentosu Üyesi ve Türkiye Raportörü Kati Piri, yurt dışından ilk tebrik eden oluyordu. 

Batı’dan esen rüzgârlar beşinci kol gibi çalışan kimi yazarları havaya soktu. Dört bir taraftan İmamoğlu güzellemeleri başladı. 

Titrek elli sinsi kalemler, mazbata verildiği için daha bir cüretkâr oldular. 

Kimileri, “YSK mazbatayı geri alırsa bütün dünyaya rezil oluruz. Bu hükümetin demokratik meşruiyet (!) kazanması, geldi İmamoğlu’na mazbata verilmesine dayandı. Erdoğan bu fırsatı kaçırmasın, İmamoğlu’nun mazbatası geri alınmasın olsun bitsin” diyorlar. 

Savrula savrula İmamoğlu güzellemeleri yapanlar ise mide bulandırıyor. Hem de bir zamanlar Erdoğan’a nasıl akıl verdiklerini hatırlatarak İmamoğlu’na “sen de aklımızdan yararlanabilirsin” demeyi ihmal etmiyorlar. 

YSK, mazbatayı İmamoğlu’na verirse, hepimiz için mesele biter. 

Ama küresel bir koronun uyduruk çalgıcıları olmak için sıraya girmek; onur, omurga, milletin yanında olma adına ne kadar utanç vericidir… 

Şunu seziyorum. İmamoğlu güzellemeleri yapanlar, bunu İmamoğlu’nun şahsı için yapmıyorlar. 

Abdullah Gül ismi üzerinden açılacak yeni siyaset hamlesine güvenmeseler, kendilerinde bu cesareti bulamazlar. 

Daha önceki konumlarını inkâr ederek cüretkâr davranıyorlar çünkü harekete geçmelerini tetikleyen daha derin etkiler var. 

AK Parti’nin, Erdoğan’ın ayağının nihayet sürçtüğünü düşünüyorlar. 31 Mart sonrasını, beklenen fırsat olarak görüyorlar. 

AK Parti’ye alternatif düşünülen yeni parti için harekete geçmeleri de bununla ilgili. 

İki yoldan yürüyecekler. 

1. İmamoğlu’nun parlatarak CHP’ye kan nakli ve kadro takviyesi yapacaklar. 

2. Buna paralel, Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu isimlerinin gündeme getirileceği yeni partiyi daha fazla gecikmeden sahneye sürecekler. 

Aslında 31 Mart’tan sonra Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini tartışmaya açacaklardı. Ancak Cumhur İttifakı’nın yüzde 53 oy oranı, milletin Erdoğan’a olan güveninin tazelenmesi o planlarını şimdilik erteletti. Siyasi bir kaosu tetikleyerek seçimlerin erkene alınması hedefinden vazgeçmiş değiller. Kaos için en güvendikleri odaklar ise ekonomik saldırıları devam ettiren küresel sermaye. 

7 Haziran’ı 1 Kasım’a çeviren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hafife aldıkları besbelli…