Mea culpa, 27 Nisan, Şırnak köylüleri

Taksim olayları üzerine umarım bu yazdığım son yazı olur, Türkiye’nin konuşacak, tartışacak başka çok sayıda yapısal problemi varken bu konuya takılı kalmak beni üzüyor; hele hele, internette Kemal Alemdaroğlu, Zekeriya Beyaz ve Hüsamettin Cindoruk’u beraber Taksim Meydanı’nda boy gösterirken gördükten sonra.

 

Taksim ya da Gezi Parkı meselesi ile üç konuyu tartışmak istiyorum, üçünü de ayrı ayrı yazımın başlığına taşıdım.

Birinci konuyu latince bir tabir, hıristiyan teolojisinden alınmış bir ifadeyle özetlemek istiyorum: “Mea culpa”.

Bu latince ifadenin bizim dilimizde, islam teolojisinde bir karşılığı var mı, “istiğfâr” kavramı bir yaklaşım sağlar mı bilemiyorum, zaten islam ya da hıristiyan teolojisi üzerine bir şeyler söylemek de bana hiç düşmez.

“Mea culpa” (benim hatam) ya da daha güçlü bir kullanımla “Mea maxima culpa” (benim en büyük hatam) ifadeleri galiba Roma katolik kilisesi orijinli, 17 yüzyıldan itibaren de kilise dualarına girmiş.

Bu ifadeler, hıristiyan teolojisinde insanların, kabahatlerini, hatalarını üstlenmelerinin bir tür ibadet olarak kabullenmelerinin yansıması; bu dinsel anlayış seküler ortamlara da çok büyük ölçüde “özeleştiri” geleneği hatta refleksi olarak yansımış.

Dinsel, hıristiyan teolojisi kökenli özeleştiri anlayışının toplumların, bireylerin gelişiminde ne kadar hayati olduğunu hatırlatmaya bile gerek olmayabilir; bu gelenekten gelen toplumların, bugün, kişi başına otuz bin doları aşan gelirleri ile “mea culpa” anlayışının bir ilişkisi var mı, çok ilginç bir araştırma konusu çıkabilir buradan.

Salı günkü Yeni Şafak gazetesinin manşeti “Meydanda yabancı var” idi; benzer manşetler, haberler, yorumlar siyasal iktidara daha yakın duran medyada çok sayıda.

Bu tür manşetlerin, haberlerin, yorumların bende çağrıştırdığı ana fikir bu tür olayların ağırlıklı olarak provokasyon, istismar kökenli olduğu fikri; “dış mihraklar”, “yabancı parmağı” gibi bizim kuşağın elli senedir ezberlediği formlar da bu anlayışın ürünü.

Çok muhtemeldir, bu tür sosyal olaylarda provokasyon da vardır, istismar da vardır, yabancı parmağı da vardır ama olmaması gereken bu olayları bu kavramlarla açıklamaya çalışmaktır.

Bu sosyal olayları provokasyon mantığı ile, yabancı parmağı ile açıklamanın kamu yönetimine en küçük bir faydası da yoktur.

Faydalı olan hıristiyan teolojisinin “Mea culpa” (benim hatam) anlayışının seküler formu olan özeleştiriyi devreye sokmak, kendine haksızlık etmek pahasına da olsa, nerede hata yapıldığının açık yürekle tartışılmasıdır, bu yöntem yapıcıdır, öğreticidir, geliştiricidir.  

 

Ancak, maalesef çok iyi biliyorum, bizim kadim devlet anlayışında özeleştiri, “mea culpa” anlayışı pek yoktur ve bu yokluğun sonuçları da ortadadır, Cuma sabaha karşı saat beşte park içinde yaşanan, kamu düzenini bozmayan ve bozma riski de pek olmayan bir protesto eyleminin üzerine saldırı, çadırları yakma emrini kimin verdiğinin alenileştirilmesi yerine “tweet” atanların, tweetlerin içeriği ne olursa olsun, üzerine gidildiği acı gerçeğini yaşamak zorunda kalıyoruz.

Değinmek istediğim ikinci nokta da göstericilere ilişkin; kendileriyle ortak bir noktam yok ve olamaz da ama yine de demokratik bir toplumun olmaz ise olmazı olarak gösteri haklarının kullanılmasının engellenmesini nefretle kınıyorum.

Bu gösterici arkadaşların hiçbirisine 27 Nisan 2007 gecesi ya da ertesi sabah Taksim Meydanı’nda rastlamadık; Taksim’in heterojenliğini görüyoruz ama bu grubun içinden bazı arkadaşların kendilerini demokrat olarak lanse etmeleri de beni biraz rahatsız ediyor, kimse alınmasın, hele yanlarında Kemal Alemdaroğlu’nu da gördükten sonra.

Umarım Türkiye’de yakın bir vadede aynı insanlar hem 27 Nisan muhtırası sonrası hem de yaşam tarzlarına müdahale edildiği hissi, kanısı ya da gerçeği ile meydanlara çıkarlar da bizler de bu ülkede demokrasi bir gün yerleşecek galiba diyebiliriz.

Üçüncü konu ise, iki gece önce, Şırnak köylülerinin, PKK askere ateş açtı diye geceyi askerlerle beraber geçirmiş olmaları.

Şırnak köylüleri kendilerine küstahça beyaz türk diyebilen bazı türklerden çok daha saygıdeğerler, buna hiç ama hiç kuşku yok.