Meclis bahçesinde ‘diktatörü’ konuştuk!

Salı günü, çok değer verdiğim bir dostum arayıp Amerika’dan iki think-tank kuruluşu adına görüşme talep etti. Söylediğine göre, gelenler hem çözüm süreci, hem Taksim olaylarını konuşmak istiyorlardı. O gün Meclis’te başka görüşmeler de yapacaklarmış. Meclis’in ‘Tabur’ denilen bahçe içindeki lokantasında buluştuk.

Selamlaşma ve tanışma faslından sonra, çalışmalarını yürüttükleri kuruluşu birkaç cümleyle tanıttılar. Kuruluşun amaçları arasında, Amerika’da demokratlarla cumhuriyetçileri uluslararası meselelerde uzlaştırmak ve diyaloga zorlamak gibi konular da varmış. Bunu duyunca, “Oh ne güzel, umarım kuruluşunuz AK Parti ve CHP arasında da uzlaşma ve diyaloga katkı sunabilecek raporlar hazırlar” dedim. Türkçe bilen “bu imkansız” deyip kestirip attı. Ben “Yok canım, neden imkansız olsun, Amerika bir iç savaştan geçerek kurdu demokrasisini, çok şükür bu ülke demokrasisini inşa ederken iç savaş filan yaşamadı. Dolayısıyla uzlaşma ve diyalog bizde daha kolay olabilir “ dedim. Sanırım pek hoşlanmadılar bu söylediklerimden.

Sonra soru cevap şeklinde sohbete devam ettik:

- Erdoğan’ı samimi buluyor musunuz?

- Sohbete böyle bir soruyla başlamanıza şaşırdım. Bu soru son zamanlarda sık karşılaştığımız bir soru. Ben bir anlam veremiyorum. Hangi konuda samimi veya değil, nasıl karar vereceğiz? Soruyu gündemde tutmaya çalışanlar, Erdoğan ve hükümetinin son 10 yılda kaydettiği başarıları hatırlamak ve samimiyeti bunun üzerinden tartışmak istemiyorlar.

- Ama Erdoğan Putin’e, Türkiye, Asya’da yönetilen diktatörlüklere benzetiliyor?

- Türkiye bu söylediğiniz ülkelerin hiçbirine benzemiyor. Erdoğan da Putin değil. Türkiye’nin zaman zaman askeri darbelerle dar boğaza girmiş olsa da, güçlü bir demokratik geleneği ve Tanzimat’tan bu yana geliştirdiği tecrübeleri var. Siz şimdi kalkmış böyle bir ülkeyi, Soros’un 60-70 milyon dolar harcayarak rejim değişikliğine uğratmakla övündüğü ve uzun yıllar komünizmle yönetilmiş ülkelere benzetiyorsunuz. Türkiye birkaç milyon dolar harcanarak üstünde oyun oynanabilecek bir ülke değil.

- Ama Kürtler’in bu aralar çok büyük milliyetçi ve ırkçı saldırılarla karşı karşıya kaldığı söyleniyor?

-Kim söylüyor bunu?

- Konuştuğumuz bazı kişiler.

- Bu kişiler kim bilmiyorum, ama size gerçeği söylemiyorlar. Bakın ben de Kürdüm. Kürtlere karşı bugün böyle bir saldırı yok. 90’lı yıllarda köyleri boşalttı devlet ve 3 milyon insan Batı’ya göç etti. Türklerle komşu oldular bu insanlar. Bazı olaylar oldu. Ama Kürtlere karşı sistemli bir ırkçılık ve saldırı hiçbir zaman olmadı. Olsaydı zaten beraber yaşayamaz hale gelirdik. Ben de Kürdüm, Türklerin yaşadığı şehirlere gidiyorum ve Türk halkına, Kürtler sizin gibi eşit haklar kullanmak istiyorlar, sorun bu diyorum. Kimse bir tepki göstermiyor bu söylediklerime.

- Peki Türkiye Batı’da neden böyle algılanıyor?

- Batı’nın yeni bir Türkiye algısı yaratmak istediğini düşünüyorum. Bu çok tehlikeli. Çünkü Türkiye daha milliyetçi bir hatta çekilir ve içine kapanır. İş o boyutlara vardı ki, Amerika’da herkesin Türkiye’ye dair bir fikri var artık. Ama bu fikirler ne kadar gerçek buna bakmak lazım. Sizin ünlü artistleriniz bile Türkiye’yi konuşmaya başladılar. Madonna, Bruce Willis gibi dünyaca ünlü kimseler, Türkiye acı çekiyor diye demeçler veriyorlar. Bruce Willis’e, Türkiye’nin haritada yerini göster deseniz gösteremez.

- Önemsemeyin bunu.

- Olur mu canım, bu haberler Türkiye’de ve dünyada manşetten veriliyor, benim önemsemem değil mesele, dünyada yeni bir Türkiye algısı yaratılıyor,  mesele bu.

- Siz milletvekili misiniz?

- Hayır ben gazeteciyim, milletvekili değilim, kim söyledi size milletvekili olduğumu?

Onlarla beraber gelen ve mecliste çalıştığını söyleyen bir arkadaş söze girdi:

- Siz hiç milletvekilliği yapmadınız mı?

- ‘Hayır yapmadım’ dedim.

Niye bu kadar şaşırdılar anlam veremedim, acaba görüşme portföyü sadece milletvekillerinden mi oluşuyordu, bunu öğrenemedim. Acaba birkaç gün sonra muhtemelen medyayla paylaşılacak olan bu raporun sadece milletvekilleriyle görüşülerek hazırlandığının ifade edilmesi, raporu kamuoyunun gözünde daha mı sahici kılacaktı, hesap bu mu diye düşünmeden edemedim. Misafirlerimiz, sohbet devam ediyorken, başka bir randevumuz var diyerek izin isteyip gittiler. Türkiye yeni bir oryantalizmle karşı karşıya. Dünyanın yeni oryantalistleri harıl harıl rapor hazırlamakla meşguller. Klasik oryantalistler, bence daha kaliteli insanlardı. Klasik dönemin oryantalistleri, dağ bayır aşar, icat edecekleri ülkenin halkıyla yıllar geçirirlerdi. Şimdikiler, sorularını hazırlıyor ve bu sorulara istedikleri cevapları verecek yerli işbirlikçilere zahmetsiz ulaşıyorlar. Yeni oryantalizm bu usullerle, hem de mecliste gerçekleşen görüşmelerle inşa ediliyor.

Eh bazen karşılarına benim gibi yol kazası kimseler de çıkabiliyor tabi. Hem Kürt hem Türkiyeci; sanırım kafaları epey karıştı Amerikalı dostlarımızın.