‘Medeniyet dediğin, tek dişi kalmış canavar…'

Amerika Birleşik Devletleri (USA), İngiltere'ye karşı bir bağımsızlık isyanı sonunda 1776'da kurulurken, ilân edilen 'İstiklâl Bildirisi'nde şu cümleler yer alıyordu: '(...) 'Bütün insanlar tanrı tarafından eşit yaratılmışlardır; Yaradanları tarafından bağışlanmış, bazı vazgeçilemez belli haklara sahiptirler; yaşama, özgürlük ve mutluluğa erişme hakları da bunlar arasındadır. Bu hakları güvence altına almak amacıyla, insanlar kendi aralarında yönetimler kurarlar (...); ancak sürekli aynı amaca yönelik, uzun bir yolsuzluklar ve zorbalıklar silsilesi, ulusu, mutlak bir despotizme sürüklemek niyetini açığa vurursa, o zaman böyle bir yönetimi yıkmak ve gelecekteki güvenlikleri için yeni koruyucular seçmek, o halkın hakkı ve vazifesidir.'

Ve bu görüşler gerekçelendirildikten sonra şu görüşlere yer verilir:

'Sonuç: Bu yüzden, Genel Kongre halinde toplanan biz temsilciler, görüşlerimizin doğruluğuna, dünyanın en yüce yargıcını tanık tutarak, bu kolonilerin halkından aldığımız yetkiyle, onların adına, birleşik kolonilerin özgür ve bağımsız devletler olduklarını ve bunun hukuken böyle korunacağını; Büyük Britanya Krallığı'na karşı her türlü yükümlülükten kurtulmuş olduklarını; bu kolonilerle Büyük Britanya Devleti arasındaki her türlü siyasal ilişkilerin sona erdirildiğini (...) ilân ederiz. Ve bu bildirinin korunması için, tanrının inayetine tam bir güvenle, hayatlarımız, servetlerimiz ve en kutsal varlığımız olan onurumuz üzerine ant içeriz.'

*

Evet, o zamana ve o toplumun kültürel atmosferine göre epeyce ileri sayılan bu ilkelerden çok daha ilerisi, 14 asır önce, Hz. Peygamber (S) tarafından 'Vedâ Haccı Hutbesi'nde beyan olunmuştu.

Ama o güzel iyiniyet manzumesi halindeki Bağımsızlık Bildirisi ilkeleri uygulamaya gelince...

O 'İstiklâl Beyannamesi'nden 75 sene sonra, 1855'de Amerikan Kongresi'nde 'Evet, insanlar tanrı tarafından eşit olarak yaratılmışlardır amma... Kadınlar ve Zenciler insan sayılacak mıdır?' tartışması yapılıyordu...

Uzuuuun tartışmalardan sonra, kadınların insan sayılması lûtfen kabul edilebilmişti ama 'Siyah derililer/ Zencilerin de insan haklarından faydalanmaları ve kanun önünde beyazlarla eşit sayılmaları konusu, asırlarca süren nice zulüm uygulamaları ve bu uğurda verilen nice çetin mücadeleler sonunda, ancak 1965'lerde kabul edilebiliyordu...

Ne var ki kanun düzenlemelerinin uygulamada nasıl sonuç verdiğinin en acı örnekleri hâlâ da sergileniyor.

Ve Hollanda Dışişleri Bakanı da geçen sene, 'Evet, beyaz insan, diğerlerinden üstündür...' diyebilmişti, genetik bir takım faraziyelerle...

*

Kendilerini üstün insan ve dünyalarını da medenî sayan ve Batı Dünyası denilen o âlemde, 'kök hücresi araştırmaları, insan klonlama çalışmaları veya transgenez ürünü canlıların ortaya çıkarılabileceği' konularında, 'insan haysiyeti' her zamankinden daha da muğlaklaşmış bulunuyor.

Öyle ki, 'kim'in ya da 'ne'yin insan olduğunun biyolojik verilerle tartışıldığı bir materyalist (maddeye ve sadece kendi varlığına tapıcı) ve 'Cehennem, yani diğerleri!..' diyen bir sefil anlayışın hâkim olduğu dünyada; nedense, meselâ Libya'da, on binlerce insanın bir sel ve su baskını sonunda yok olmasına o dünyanın sessiz ve ilgisiz kalmasına şaşılıyor...

Halbuki asıl şaşılacak olan bu şaşkınlıktır.

Evet, kendi kendini tüketen bir yaşayış tarzına 'medeniyet' denilecekse... Mehmed Âkif onu 100 yıl öncelerde tarif etmişti... Olumlu yönde değişen bir durum yok, o dünyada...

*

NOT: 17 yaşında lise öğrencisi bir gencin, resmî ideolojinin dokunulmazına ait bir resmi edep bölgesinde gösteren bir fotoğrafını, sosyal medyaya da yansıtması, evet çirkinin de çirkini ahlâksız bir davranış...

Bu ahlâksızlık ve çirkinlik karşısında, 'Biz filâna tapmıyoruz...' iddiasında olan, her kesimden çeşitli çevreler, 'kutsallarına saldırılması'nın öfkesiyle, bir ortak tepki geliştirdiler; günlerdir...

'Putçuluk', bir kişiye veya bir nesneye tapmak başka nasıl oluyorsa...

*

İçişleri Bakanı bile, beklemediğim şekilde, 'o sanık hakkında kanunî takibâtın başlatıldığı'nı kamuoyuyla paylaştı.

Halbuki daha geçen hafta, sosyal medya denilen o mecrada, Müslüman ismi taşıyan bir kadın, Hz. Peygamber (S)'e ve İslâm'ın bütün kutsallarına -burada tekrar edemeyeceğim şekilde - en alçakça saldırı cümlelerini yazmışken... Hiçbir itiraz sesi yükselmedi...

'Vicdan bile duymaz, sesi çıkmazsa bir 'âh'ı... /Sessiz kölelerdir çıkaran, bin-bir ilâh'ı...'

Bu vesileyle hatırlayalım... 25-30 yıl öncelerde, İzmir'deki bir heykelin kaidesine 'bevl' eden bir köpek fotoğrafı medyaya yansıyınca, eski ve ünlü bir Maarif Vekili'nin oğlu olan bir şair, o köpeğin 'özgürce davranışı'na imrenen bir şiir yazı, onu alkışlamıştı... Bunun üzerine, kanûnen korunmak gibi bir ilkellik uygulamasının öznesi olan bir ismin hâtırasına saygısızlık suçlaması'yla o şair için dâva açılmıştı. Söz konusu (müteveffâ) şair ise savunmasında, mahkeme heyetine, 'Bu kanun, bizim için değil, gericiler için çıkarılmıştı... Bana nasıl dâva açarsınız?' diye hışımla çıkışmış ve beraat etmişti. (Şimdi bu ahlâksızlık ve çirkinliği irtikap eden çocuk, hem rüşd yaşında ve hem de 'irticacı' denilen kesimden olmadığına göre, nasıl cezalandırılacak?)