Medya ve terör

Terör olaylarının nasıl haberleştirileceği konusu başta olmak üzere Hükümet ile “bir kısım medya” arasında şiddeti artarak süren bir gerilim var. Bu bir kısım medyanın bir kısmı, AK Parti hükümetine başından beri kategorik olarak karşı ve terörün gayesini ve kurbanlarını istisna kabul etmeden, bilakis “fırsat” bilerek sürdürüyor muhalefetini. Diğer bir kısmının vaziyeti ise “arizi”. Sorunun bariz şekilde, meselenin kişiselleştirilmesinden çıkması ise durumu hafifletmiyor. Bu savruluşla sadece ilkelerden uzaklaşılmıyor çünkü, terörü meşrulaştırma efekti de yaratılıyor.

Akut ve kronik muhalifler açısından ortak nokta ise husumetin ne yazık ki şehit tabutlarının arkasına saklanılarak kusuluyor olması.

Teröre karşı alınacak ahlaki tutumun, medyanın politik olarak nerede durduğu ile bir ilgisi olabilir mi? Peki bu durum medyayı ahlaki sorumluluktan kurtarır mı?

Öncelikle; Hükümetin güvenlik politikalarını yanlış yahut demokratikleşme karnesini zayıf bulmakla,  hükümeti eleştireceğim derken, bayram günü bebek öldüren terör örgütünün ürettiği tedhiş duygusunu yayarak ona hizmet etmek yahut şiddetini mazur ve meşru göstermek arasındaki o keskin ve ölümcül farkı gözden kaçırmamak lazım.

Unutmayalım ki terörün ham tanımı ve ilk gayesi, toplumda dehşet duygusu yaratmak, sivil siyaset yoluyla ikna ederek değil silahla, öldürerek, tehdit ederek siyasi sonuçlar almaktır.

Medya ise büyüteç gibidir, ele aldığı olayı büyütür, öne çıkarır. Olayın zaten can yakması, haberdar olan herkesin bağrını dağlaması gibi nedenlerle yapılan her haber, “çarpan etkisi”ne sahip. Zaten dikkat edilmesi gereken nokta da burası... Zira o haber nasıl verdiğinize bağlı olarak masumbir haber olmaktan çıkıp terör örgütünün en başından hesap ettiği kanlı propagandaya dönüşebilir.

Sormak gerek: Terörle mücadele eden ve attığı adımın hesabını halkına vermek zorunda olan Başbakan’ın medyaya bu konuda yaptığı uyarı ve tavsiyeleri, dayatma-buyruk olarak adlandıran medya mensupları, medyanın sorumluluğunu düşünmekten neden kaçınmaktadır?

Terör denilen hadise sadece devlet güçleri-hükümet yetkilileri ile terör örgütü arasında mı geçmektedir? Medyanın denkleme girdiğinde yarattığı etkinin son kertede yine masum insanların can ve ruh sağlığına zarar vermediğini mutmain bir kalple kim söyleyebilir?

Öldürülen asker ya da sivil kişiler taammüden mi öldürülmüştür, tesadüfen mi? Yani PKK’nın Şemdinli’de yahut Gaziantep’te veya İzmir’de gerçekleştirdiği her saldırıda öldürdüğü insanları tek tek seçmediği, tesadüfen o an orada her kim var idiyse şeklinde bir hedefe kilitlendiği, yani sadece o kişileri değil hem tesadüfiliğin ürkütücülüğü hem her olayın yangısı ve yankısıyla tek tek tüm toplumu, her birimizi hedeflediği aşikar iken, yapılan haberlerde buna alet olmamak için bir filtre uygulamaktan sakınmak neden?  

PKK’nın, mülkiyetine geçirmeyi istemek dışında bu topraklarla ve Kürtlerle alakasının olmadığı aşikar. Ucuz bir kiralık katil olduğu da. 30 yıldır, Kürtlerin bir asra yaklaşmış mağduriyetlerinden şiddet yoluyla haksız ve kanlı birmeşruiyet devşirmeye çabalamaktaydı. Son saldırılar gösterdi ki artık bu mağduriyet-meşruiyet kamuflajına bile ihtiyaç duymuyor.

Fiziki-siyasi anlamda alan hakimiyeti kurmaya, bir metrekare dahi olsa toprak ele geçirmeye çalışıyor. Güvenlik güçleri ise canları pahasına buna izin vermiyor, vermeyecektir. Ama görünen o ki aynı terör örgütü, medya hakimiyetini tam da istediği gibi kurmuş durumda.

O yüzden en temel soru şu: Medya, -reklam için kiralanmaya kalkılsa kimsenin altından kalkamayacağı- o en değerli sayfalarını ve saatlerini terör örgütüne vermeye aynen devam edecek mi? Yoksa PKK’nın hedefi apaçık ortada iken sırf hükümete muhalefet etmek derdiyle yahut Başbakan istedi diye ona inat, ahlaki sorumluluk almaktan kaçınacak mı?