Meğer darbe peşinden koşarmış

Nazlı Ilıcak sık sık Demirel’in 28 Şubat sürecinde Meclis’i açık tuttuğunu, süreç fiili bir darbeye dönüşmediyse, bunu yine Demirel’e borçlu olduğumuzu söylüyor ve yazıyor.

Zatı devletlileri de bu görüşte...

Kendisini savunma gereği hissettiğinde, hemen bu argümana başvuruyor.

Elbette, Nazlı Hanım’ın Demirel’i kurtarma peşinde olduğunu düşünmüyorum.

Kendince vefa gösteriyor yahut “temennisini” dile getiriyor.

Kurtarmak istiyorsa da, istiyordur...

Fakat eldeki bilgiler, özellikle Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun raporuna girmiş bazı “tanıklıklar”, bunun pek de mümkün olmadığını söylüyor. Yani, Demirel’i o “badire”den çekip çıkarmak zor olacak.

İsterseniz önce konuyla ilgili habere göz atalım:

Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun raporuna göre, 24 Temmuz 1997’de, “İslami Sermaye” ve “Siyasal İslami Kesimin Kadrolaşma Faaliyetleri” başlıklı iki brifing alan dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “bilgilendirilmeye” doymuyor, bir brifing de Genelkurmay Başkanlığı’ndan istiyor.

Bu brifingin konusu da şu: “İrtica Ne Durumdadır?”

Demirel, anlatılanları büyük bir uysallıkla dinliyor, ardından söz alarak şu dehşetengiz değerlendirmeyi yapıyor: “Verdiğiniz bilgilere teşekkür ederim. Cumhuriyet kurulduğundan beri çeşitli tehditlerle karşılaşmıştır. Şeriat da, bunlardan biridir. Demokratik rejimin savunmasız olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Devlete yönelmiş tehditler, kanun Devleti ilkesi içerisinde karşılandığı takdirde, endişe edecek bir şey olmaz. Kaygılarınızı anlıyorum. Devletin büyük kurumları, sağlam ve yerinde duruyor. Üniversiteler, tarafımdan dikkatle takip ediliyor.”

Bitti mi?

Biter mi hiç?

Devam ediyor muhterem: “Rektörleri ben tayin ettim. Daha Harran Üniversitesi Rektörü’nü dün ben tayin ettim. TRT’ye henüz hiçbir müdahale olmadı. Genel Müdür tayini henüz yapılmış değil. Ben de onu dikkatle gözlüyorum. Başsavcıyı bugün tayin edeceğim. Şeriatçılık sayılabilecek hiçbir kanun Meclis’ten geçmedi, geçmez de. Geçerse gereğini yaparım. (....) 1982 Anayasası’nın getirdiği sistemin bir noksanı var. Eğer Meclis’i fesih yetkisi Cumhurbaşkanında olsa, bugün şikâyetçisi olunan pek çok hususla karşılaşmayız. Herkes ona göre hareket eder, sorumluluğunu bilir. Pakistan’da yapılan uygulama, o ülkeyi büyük sıkıntılardan kurtarmıştır...”

Demek ki neymiş?

Meclis’i açık tutma başarısını (!) gösterdiği için neredeyse öpüp başımıza koyacağımız Süleyman Demirel, askerden “Meclis’i fesih yetkisi” istemiş...

Bu yetkiyi verecek olan asker midir?

Değildir ama Demirel’in kastettiği şey, askerin de yatacağı bir anayasa değişikliğini “el çabukluğu marifet” Meclis’ten geçirmek...

Meclis kapatılırsa, böylece, Refah-Yol hükümetine destek veren milletvekillerinin üyeliği düşecek ve askerin denetimindeki “darbe hükümetinin” önü açılmış olacak.

Daha önce “Verdimse ben verdim, ne olmuş yani”, “İşte çağdaş Türkiye tablosu bu”, “Evet, 28 Şubat sürecini ben başlattım” buyurmuştu.

Bunun da ötesine geçmiş muhterem... “Çankaya darbesi” yapmaya kalkışmış...

HAMİŞ: Dücane Cündioğlu’nun müthiş üçlemesi çıktı: “Mimarlık ve Felsefe, “Sanat ve Felsefe”, “ Sinema ve Felsefe.” Mutlaka edinelim... Bu arada “Okur Kitaplığı”nın yayın atağı devam ediyor; harika şiirler, denemeler, romanlar, hikâyeler... Haber vereyim dedim.