Mehdi Eker: Diyarbakır’ı o halde görmek beni çok üzdü

Üç dönemdir AK Parti’den Diyarbakır milletvekili olarak Meclis’te ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı olarak AK Parti hükümetlerinde bulunan Mehdi Eker’in toprağa ve toprağın hafızasına, dolayısıyla insanın, sözün, kelimenin ve nesnenin hafızasına olan ilgisi gerçekten etkileyici. Akut sorunların, durumların dününe bakmadan bugünü anlaşılmaz, diyor.  Dolayısıyla çözüm sürecini ve Kobani olaylarını konuşarak başlayan sohbet Kürt Kemalizmine, Kürt milliyetçiliğine, Kurtlar Dağı’nın düzüne, Kürt’ün gönül gözüne de değdi. 

EKER: Ben umutluyum. Bizim çözümdeki kararlılığımızı, halkın da bize teveccühünü gördükleri için önümüze sürekli yeni tuzaklar çıkarıyorlar. Ama asla vazgeçmeyeceğiz. Çünkü Diyarbakır, kaosun değil barışın şehridir.

Süreç başladığından beridir ardı arkası kesilmeyen sabotajların sonuncusu Kobani bahanesiyle geldi. Diyarbakır milletvekili olarak size nasıl görünüyor?

Ben umutluyum. Bu tarihsel bir meseledir. Tek başına ulusal değil bölgesel, sınır aşan bir meseledir, hatta evrensel bir meseledir.

-Evrenselliği nereden?

Şuradan: Sanayi devriminden sonra kaynakları itibariyle Ortadoğu’ya ilgi duyan herkesin dahil olduğu bir mesele bir yanıyla. Osmanlı’nın son dönemini ve yıkılışını bunun dışında tutamayız. Yakın döneme gelirsek, AK Parti’den önceki sistem bu sorunu ortaya çıkardı. Bizim değiştirmeye talip olduğumuz, milletin de değiştirilmesi için bize yetki verdiği sistemin ürettiği hatalar, meselenin Türkiye ile ilgili bölümünü derinleştirdi, kanamalı yara haline getirdi.

Çözüm Süreci’nden başka çıkış yok

-Çözüm süreciyle yara tam kapanacak derken yeniden kan akıtılıyor ama?

Ben umutluyum çünkü biz bir tez ortaya koyduk. Dedik ki bu milletin yapısında, dokusunda, hafızasında, kültüründe çoğulculuk var. Çok dinli çok dilli çok kültürlü çok mezhepli çok etnik yapılı bir geçmişimiz, tecrübemiz var. Yapılan yanlışlar geriye dönebilir aşamada. Demokratikleşme ve sivilleşme yoluyla milletle bir sözleşme yaparsak bunu çözeriz. 2005 deklare tarihimizdir.

-Erdoğan’ın başbakan sıfatıyla Diyarbakır’da yaptığı konuşmanın tarihidir 2005?

 Evet, 12 Ağustos 2005. Orada Erdoğan “bu sorun var, bu sorun bizim sorunumuzdur, biz bunu çözeceğiz, bunda kararlıyız” mesajı verdi. AK Parti evvelden de bu kanaatteydi. 2001’de partinin kuruluş programı böyle yazıldı. Bu tasavvur, yerli düşüncenin gereğidir, başka da çıkış yoktur.

Meseleyi evimizin içinde hissediyoruz

-Meselenin halli ve çözümün fikri alt yapısı sonradan edinilmiş bir akıl değil o halde?

Sonradan öğrenilmiş, transfer ya da tercüme edilmiş bir şey değil. Tamamen yerli, evimizin içinde hissettiğimiz, bireysel tercihlerimizdir aynı zamanda. Camiye girdiğimizde, sokakta yürüdüğümüzde, bir kahvede veya köy odasında oturduğumuzda aklımıza gelebilecek olandır. Adım adım hayata geçirmeye çalıştık. Bunun için hem bir zihniyet devrimi gerekiyor, hem kurumsal ve hukuki reformların, regülasyonların yapılması. Kararlılığımız hissedildiğinden beridir de sabote etmeye, provoke etmeye, zihinleri bulandırmaya çalışan o eski akıl devreye giriyor. Kullandıkları mekanizmalar var. Onlar bozmaya çalışıyor, biz direniyoruz. Bu esnada gördük ki AK Parti’nin tezleri millet tarafından benimseniyor. İlk girdiğimiz seçimden son çıktığımız seçime kadar her seçimde oyumuzu artırıyoruz. Çünkü biz toplum önüne meselenin çözümüne dair bir öneriyle çıkıyoruz. Millet de her seferinde destek veriyor.

-2010 sonrası girişimler de aynı mıdır?

Hepsi öyledir, bundan neredeyse eminim. Çünkü çocukluğumdan beri sürecin nasıl gelişmekte olduğunu, hangi olayların ne şekilde vuku bulduğunu yaşayarak gördüm. 12 Mart’ı da 80’i de gördüm. Bugün çözümün önüne döşenen mayınlar, tuzaklar, sabotajlar AK Parti’nin kararlılığını örselemeye çalışma teşebbüsüdür. Buna rağmen kararlılığımızı bir an bile kaybetmedik.

Mekazinma aynı, ölçek farklı

-Kobani olayları da bu kapsamda mıdır?

Toplum süreci benimsedi. İmralı’yla ilgili kurumlar görüşüyor. 6 maddelik kanun çıktı. Bakanlar Kurulu ayrıntılı çalışma planı yaptı, prensipleri çıktı. Tüm bunlar olduktan sonra Kobani bahanesiyle insanları sokağa çağırıp siyasi partilere, iş yerlerine, bankalara, okullara, kütüphanelere, ambulanslara saldırmak da nedir?

- Nedir? Yine aynı mekanizma mı işledi?

Farklı boyutta ama aynı mekanizma. Ölçek itibariyle farklı. Bu daha büyük ölçekte. IŞİD’in Kobani’ye çekilmesini de ben bu kaos planının parçası olarak görüyorum. Önce Türkiye’nin IŞİD’i desteklediği kirli enformasyonu veriliyor atmosfere. Sosyal medyada bilinçli yalan bilgiler yayılıyor. Ortam zehirleniyor. IŞİD Kobani’ye çekiliyor ve sonra da halk sokağa çağrılıyor. Kobani üzerinden büyük bir kaos yaratılmak isteniyor.

Ölü dokudan besleniyorlar

-Kaostan ne umuyorlar size göre?

Kobani’de IŞİD kitlesel katliam yapacak, belki Türkiye sığınmacıları kabul etmeyecek ve büyük infial olacak. Uluslararası alanda Türkiye’ye baskı olacak, örgüt ve arkasındakiler bundan güç devşirecek. Çocuk iskeletleri üzerinden! Ve Türkiye, Suriye bataklığının bir uzantısı haline gelecek. Biz bunun olmaması için çok yönlü bir politika izledik. Öncelikle açık kapı politikası izledik. 185 bin insan geldi. Kobani’de sivil kalmadı. İkincisi; diplomatik temasları sürdürdü Türkiye. Yapılması gereken her ne ise yaptı. İnsani yardım, mültecileri kabul, gıda yardımları, diplomatik çabalar... Salih Müslim iki defa çağrıldı görüşüldü. Buna rağmen HDP’nin sözcüleri insanları sokağa çağırdı. PKK’nın gençlik yapılanması açıkça silahlı kalkışma mesajı yaydı. Sayın Başbakanımızı aradım ve kamu güvenliği için mücadele edilmeli dedim. Başbakanımız talimat verdi. Yapılmak istenene fırsat verilmedi.

-Ama olaylar çıktı, 40’tan fazla ölüm var.

Bu zihniyetin hayattan nasibi yok. Ölü dokudan besleniyorlar. Buradan politik çıkar elde etmeye, bir strateji geliştirmeye çalışıyorlar. 

Hayvanlar için bile tedbir aldık

-Siz olaylar çıkar çıkmaz Hükümet adına Diyarbakır’a gittiniz ve kriz masasını yönettiniz. Olaylar spontane mıydı, planlı mı?

Numan Bey, Efkan Bey, ben Eylül ayında ilk göç dalgasının başladığı gün sabahtan Suruç’a gittik, Mürşitpınar’a. Bilgi almak, durumu ve hazırlıkları görmek için. AFAD Başkanını da çağırdık. Hatta her ihtimale karşı ben iki genel müdürümü de götürdüm oraya. Kobani’den gelebilecek hayvanlarla ilgili. Sonuçta gelenler canlı, aç susuz kalmaması, telef olmaması lazım. Hayvanların durumunu dahi düşündük yani. Enteresan olan şu ki HDP’li il ilçe belediyelerinden gelmiş araçlar insanlar vardı orada. Niye geldikleri sonradan anlaşıldı. Bizi provoke etmeye kalkıştılar. Amigo bizi görünce işaret etti, önce katılan olmadı, sonra taş ve pet şişe attılar vesaire. Şimdi görsem teşhis ederim, o kadar yakından gördüm ne yaptığını. Sırf devlet oraya gelmesin diye, Kobani sınırında katliam olsun, trajedi olsun diye.

Bölge halkı olaylardan çok rahatsız

-Kobani olaylarında gördük bazı Kürtler bazı Kürtlerin dükkanlarını yağmaladı! Kürtleri böyle kriminal, adi suçlar içinde görmek bir Kürt olarak size ne hissettiriyor?

Beni çok derinden yaralıyor! Çünkü ben Diyarbekir’in son 30 yılda hak etmediği bir noktaya geldiğini görüyor ve acı duyuyorum. Bölge halkı da çok mustarip olaylardan. Diyarbekir’in ne tarihsel birikimine, ne medeniyet merkezi olma vasfına, ne kültürel değerlerine, ne tarihsel büyük barış tecrübesine yakışıyor bunlar. Diyarbakır’ı sadece gösterilerin, şiddetin, gözyaşının, lastik yakmaların şehri gibi gösteren anlayışı yok etmek ve onun yerine bir nebze de olsa Diyarbakır güzelliklerini ikame etmek için çok çaba sarf ediyorum ben. İnanın bakanlık görevim esnasında Diyarbakır’la ilgili sadece bu olumsuz imajı silmek, orada yaşayanlar kriminal tiplerdir dedirtmemek için Diyarbakır’ı gündeme başka bir veçhesiyle taşımaya çalışıyorum. 23-24-25 Eylül’de Diyarbakır’da sırf bunun için Kültür ve Karpuz Festivali düzenlenmesine önayak oldum. Tam bunu yapmışken, Diyarbakır kültürünü ihya ederken, 70 senedir yapılmamış çayda çıra etkinliğini yaparken ve karpuz içindeki çıralarla Diyarbakır’dan Basra’ya Musul’a barış meşalesinin ışığını gönderirken bu yapılanlar reva mıdır?

Köyler bilinçli yakıldı Kürt milliyetçiliği doğdu
 
-Diyarbakır tarihi öneme sahip, ruhu olan bir şehir. Ama çok korkunç binalar var, kişiliksiz, özensiz, güvensiz? 
 
Diyarbakır 30 yıldır dünyanın en büyük mülteci kampı. Son on yıllarda insanlar Diyarbakır’a, normal fizyolojik kentsel büyümeyle gelmediler, iltica ettiler, dayak yiyerek, ölümden kaçarak. Köyleri yakılarak. Başka şehirlerdeki çarpık kentleşme Diyarbakır’da özel şartlarla vuku buldu. Diğerleri tasavvur eksikliğinden, yönetim beceriksizliğinden, mental köylülüğün kutsanmasından çirkinleşti. Şimdi Kürtler de aynı şekilde modernize oluyor. 90’larda PKK ile mücadele bağlamında köylerin yakılması boşaltılması trajedi dışında Kürt milliyetçiliğinin oluşmasına da yol açmıştır. Köyde kırsalda yaşayan Kürtler milliyetçi değildi. Kırsalda yaşayan insanların milliyetçilik ihtiyacı yoktur. Milliyetçilik bir şehir ideolojisidir. 
 
İttihat Terakki Türkler için neyse PKK Kürtler için odur
 
-Kürtlerin modernizasyonundan bahsettiniz, nedir bu? 
 
Kürt modernizasyonu Türk modernizasyonunun kötü bir kopyasıdır, onun için PKK’lılara Kemalist diyorum ben. Kemalizmden farkları yok çünkü taklit ediyorlar. Bu da etnik milliyetçiliğin inşa süreciyle alakalı. İkisinin de temelinde pozitivizm var, İttihat Terakki Türkiye ve Türk toplumu için neyse PKK da Kürtler için odur. 
 
-İttihat ve Terakki kadrosu o zihniyeti yeni devlete de taşıdılar. Militarist Kürt siyasi hareketi de yıllarca TC Devleti diyerek bunu eleştirdi aslında. Burada bir çelişki yok mu? 
 
Zihin kodları akraba. Cumhuriyete şekil veren kadrodur İttihat Terakki. Oradan doğdu Kemalizm. PKK da Marksist ideolojiyle çıktı. Kısmen değişti ama zihniyet kodları devam ediyor. 2011’de ezanın Kürtçe okunmasını istemişlerdi. CHP uygulamasıdır bu. 
 
Kırklar Dağı’nın düzü Ziyaret çarpacak sizi
 
-Suzan Suzi türküsünde adı geçen Ziyaret’in üzerinde, Hevsel Bahçelerine yakın yerde çirkin binalar var. Başka şehirlerdeki çirkinlikler için sesini yükseltenler niye susmakta? 
 
Kırklar Kilisesi’nin olduğu yer orası, Gazi Köşkü’nün, Samanoğlu Köşkü’nün, Berdebir Köşkü’nün karşısı. Korkunç bir bina kirliliği var ve Türkiye’deki hiçbir çevreci, Diyarbakır’daki sözüm ona hiçbir STK gıkını dahi çıkarmıyor. Niye? Diyarbakır Belediyesi o ruhsatı vermiş! Oradakiler korkudan söyleyemezler, dışarıdakiler de sempatilerinden söyleyemiyor, onların yanlışını görmüyorlar. Diyarbakır’ın kültür mirası 850 yıllık Artuklu Köprüsünün hemen üzerinde, türkülere konu olmuş Kırklar Kilisesi var orada. Türkü de oradan geliyor. Onların üzerine şimdi devasa gökdelenler yükseliyor. Resmen bir kent cinayeti, bir şehrin ruhunu öldürmek bu.