Üstad Necip Fazýl Kýsakürek’in dilimize pelesenk olmuþ Sakarya þiirinden sonra ezbere aþkla okuduðumuz diðer þiiri oðlu Mehmed’e zindandan mektup niyetine gönderdiði þiirdi. Hatýrlarým, üstadýn o þiirini ne çok heyecanla ve aþkla okuduðumuzu. Geleceði muþtulayan dizeleri inancýmýzý kamçýlardý. Bir avuç idealist gençtik biz. Býyýklarýmýz henüz terlemiþti.
Mehmed’im, sevinin, baþlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalýr tümsekte!
Yarýn, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doðmuþ, gün batmýþ, ebed bizimdir!
Zindanda yükselen bu cesur ses sadece geleceðe dair umudumuzu deðil azmimizi ve imanýmýzý da kamçýlardý. Sabah çýktýðýmýzda gece eve dönüp dönemeyeceðimizin belirsiz olduðu yýllardý. Dava tekerleði tümsekte kalmasýn diye ölüme meydan okuduðumuz o yýllarda gece sað salim eve döndüðümüzde yüzünü avuçlarýnýn arasýna hüzünle saklamýþ rahmetli annemi nasýl unutabilirim ki!
Üstadýn o dizeleriyle cevap verirdik:
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Kendimizi o azlýk döneminde gencecik cüssemize raðmen bir dev gibi hissederdik. O yüzden korkusuzduk. Çünkü ölümü ölümsüzlük bilen bir inancý yüreðimizde her daim bir kor ateþ gibi taþýrdýk.
Sen bir devsin, yükü aðýrdýr devin!
Kalk ayaða dimdik doðrul ve sevin!
Üstadýn bu yürekli komutu karþýsýnda ayaða kalkar, hiçbir beþeri gücün karþýsýnda eðilmez ve sevinçle yolumuza devam ederdik. Günün birinde hedefe ulaþacaðýmýzdan hiç kuþku duymazdýk. “Sefer bizden, zafer Allah’tan!” derdik. Kendimizden önce kardeþlerimizin hukukunu savunurduk. Kardeþlerimizin nefsini kendi nefsimize tercih ederdik.
***
Üstadýn zindandan yükselen dizelerinin anlamýný kýsa soluklu zindan hayatýmda yüreðimin ta derinliklerinde hissettim. 18-19’lu yaþlarýmda arkadaþlarýmýzla paylaþtýðýmýz cezaevi hayatý o dizelerin nasýl yazýldýðýný göstermeye yaradý.
Git ve gel... Yüz adým... Bin yýllýk konak…
Ne ayak dayanýr buna, ne týrnak!
Zindan gerçekliðini bilen bilir. Bir saniye bazen bir ömürdür. Üstüne demir kapýlar kapandýðýnda bambaþka hissedersin kendini. Hele bir de sahibin yoksa. Kimsesiz ve güçsüzsen. Moral çöküntüsü baþladýðýnda “Sen bir devsin!” dizesi gelirdi aklýmýza. Adýmlarken o daracýk alanlarý “Yarýn elbet bizim, elbet bizimdir!” dizeleri imdadýmýza yetiþirdi. Sonra hep birlikte oturur Sakarya türküsünü aþkla okurduk:
Hey Sakarya kim demiþ suya vurulmaz perçin?
Rabbim dilerse sular büklüm büklüm burulur
(....)
Ýnsandýr sanýyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallýk ki sonunda ne rütbe var ne de mal.
Yalnýz acý bir lokma, zehirle piþmiþ aþtan;
Ve ayrýlýk anneden, vatandan ve arkadaþtan.
Üstadýn derin bir iman ve aþkla yoðrulu dizelerini okuduðumuzda kendimize gelir, yeniden dimdik doðrulur ve geleceðe koþardýk.
Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük!
Ýþte biz o horlanan, o öksüz býrakýlan büyük davanýn yükünü omuzlayan gencecik insanlardýk. Ýktidarý kendimiz için deðil ideallerimiz için isterdik. Ve hep bir aðýzdan üstadýn þu dizelerini meydanlarda baðýrýrdýk tüm içtenliðimizle:
Yol onun, varlýk onun, gerisi hep angarya!
“Gerisi hep angarya!” diyen o bilinci kuþanmamýz lazým.
***
Þiir deyip geçmemek lazým. Hele Necip Fazýl ve Sezai Karakoç gibi ömrünü davasýna adamýþ üstadlarýn dizelerini es geçmemek lazým. O dizelerde her þey var. Biz varýz. Bizi biz yapan ve bizi geleceðe taþýyan anlam dünyamýz var bizim. Þiire sýðýnmayý bir kaçýþ olarak deðerlendiren nadanlar ne dediðimizi anlayamazlar elbette. “Geceyi onaran bir mimar vardýr!” dizesinin anlamýný bilmeden okuyanlar o mimarýn asýl bizden her daim kendimizi onarmamýzý beklediðini nerden bilebilirler ki!