Mekke’de imha ile ihya arasında

Bir haftalık Umre ziyaretimizin sonuna geldiğimizde söyleyeceğim odur ki; “Allah’ın Evi”nin dışında her şey gidici. Burada her şey gidiyor. Bulutlar gelip bulutlar gidiyor, kuşlar gelip kuşlar, Hacılar gelip Hacılar gidiyor. Bebeklerle cenazeler, bayraklarla bayraklar, kıtalarla kıtalar, renklerle renkler, gençlerle yaşlılar... Hepsi bir yandan gelip, diğer yandan gidiyor. Geçen sene çekirgeler konardı Kabe’nin bedenlerine, misal bu yıl çekip gitmişler, yerlerine kelebekler gelmiş. Dağlar bile gidiyor Mekke’de. Sabahtan akşama, geceden sehere, tepeler, vadiler, geçen yılki sahra bedevilerinin beslediği develere kadar, her şey gidiyor burada...

Revaklarla ilgili haber geçmemi isteyen arkadaşlarıma henüz Mekke’ye gelmezden evvel bu konuyla ilgili bir yorgunluğa girmeyeceğimi söylemiştim. Çünkü buraya taşıyarak getirdiğiniz tüm tartışmalar, ciddi bir gönül yorgunluğuna dönüşüyor. Bir münazara yükü olarak sosyoloji, arkeoloji, duanızın yerini her an daraltıp nefesinizi kesebilir burada. Yine de fazlaca ağıra kaçmadan haber vereyim: Evet revaklar da gidiyor...

Kim gitmemiş ki?

***

Zemzem Kuyusuna inilirdi ben ilk kez geldiğimde misal, çocuklarıma gösteremedim. Medine’de Hz. Fatıma’nın bahçesi, su çektiği kuyusu vardı mesela, bunları da gösteremedim onlara. Ecyad Kalesini de... Hatta Tepenin olduğu yeri bile karıştırdım. Dünya çapında devasa bir kitch olan saat kulesinin gölgesi altında insanın çocuklarına bir şey anlatmasının imkanı yok burada. Hatta kurduğunuz cümle bitmeden şehrin bir başka yeri çoktan yıkılıp değişmiş olabilir. Oldukça sert olarak işleyen bir iptal ediş, bırakış, tuzla buz ediş cereyanı hakim burada...

Burada tarihi olan her şeyin aynı zamanda ölümlü, gidici, fenaya uğrayıcı olduğunu aşikarlaştıran bir hayat tarzı hakim. Bunun yönetsel bir tutum veya mezhebi bir tavır olduğu hakkında saatlerce konuşabiliriz. Ama benim burada kendi kalbimde yakaladığım başka bir şey daha var. Bunu tam olarak açıklayamam ama belki kalbin hakikati diyebilirim sözgelimi. Yani elbette kesintisiz inşaat gürültüleri “şehirlerin annesi” olan Mekke’nin sükunetini alt üst ediyor. Ama ne olursa olsun, Mekke’de hiçbir gücün altüst edemeyeceği başka bir şey daha var. Tüm sükunetsizliğe ve inşaatperestliğe rağmen gücünü koruyan Sekinet, Allah’ın evine has, hatta Evin Sahibine has bir başka görkemdir bu. Sanırım bu görkemin kelime olarak yansımasıdır “Tekbir”...

Allahu Ekber!

***

Her şey giderken, her şey yıkılıp yeniden kurulurken, her şey ölüp, her şeyin sonu gelirken, miadı dolar, miladı biterken... Baki kalan bir “O” var...

Mekke’de gidenlerin, sönenlerin, batanların arasından hiç gitmeyene, hiç batmayana, hiç solmayana, hiç sönmeyene çıkan bir yol var... Bu haliyle Mekke’de imha ve ihya bir arada yaşanıyor. Sanki şehir kendisini sürekli öldürüp sürekli yeniden inşa ederken, ona hiç bakmadan hiç de aldırmadan sürekli akan bir Rahmet, Nur, İkram var burada...   

Afganistan’dan gelmiş. Elleri kınalı, on dört yaşlarında hiç tanımadığım bir kız, tavafta bana bir kolye hediye etti, ben de ona hemen çıkarıp yüzüğümü verdim, bir an içinde oldu her şey, onu bir daha göremedim. İşte böyle bir şey. Bir anın içinde hepsi. Doğmak, sevmek, kaybetmek, hüzün, veda ve ölüm. Revaklar 500 yıl beklediler Kabe’yi, peki biz o Afgan kızıyla kaç bin yıldır bekliyorduk sadece o anı? Kabe’de sadece bir an için birbirimizi sevip ayrılmayı...