Meleklerin üzüntüsü

Uludere’de yaşadığımız elim faciadan sonra toplumca geldiğimiz/getirildiğimiz nokta, hayli ürkütücü! Siyasetçiler, medyalar, sivil örgütler gibi sesleri her yanı örten tarafların yanı sıra, sessiz ama daha derinden işleyen bir şey daha var: Bu mesele, maalesef kan davasına dönüştürülmek isteniyor... Başbakan’ın dünkü grup konuşması, sessiz yığınların isyanı niteliğindeydi. Hep birlikte ölürken, dilimizle yangına ateş taşımayalım.

Rahmetimiz, gazabımızı aşmalıdır...

***

Her cenaze bir çelişkidir. Çünkü her tabut, kendi ölümümüzün fısıltısını taşır bize. Öldüğü üç günden sonra bile duyulmayacak garipler kadar, kralların hatta peygamberlerin ölümlerinde bile böyledir bu. Cenazenin ardından gelecek hüzün, kahır ve kederse, biz dünyada kalanların işlerindendir. Çelişki, yeryüzündedir... Peki ya gökyüzü? Mesela melekler...

Onlardan verilmiş haberler azdır bize, haklarında çok şey bilmeyiz, ama inanırız onlara. İnanmaksa büyük iştir ve bu büyük işten sonra başlar herşey. Görmediğiniz, işitmediğiniz, tanışmadığınız, dokunmadığınız birilerine inanmak, onların “var olduğunu” söyletir ardı sıra size: “Melekler vardır arkadaşlar” derken bulursunuz kendinizi. Eksiği çok birisiyim. Melekleri en çok, korktuğum zamanlarda hatırlarım, bir iyiliğin durup dururken çıkmasını ummak gibi, çocukça çaresizliğe düştüğümde mesela. Öte yandan, bir çocuk kadar meleğe yakın şey, azdır dünyada zaten...

İnsanoğlunun yeryüzüne salınacağı günlerden birinde, Melekleri garip bir telaş, bir üzüntüdür sarıvermiş. Yüce Allah’a Biz Seni şükürlerle yüceltip sürekli takdis ederken, yeryüzünde bozgunluk çıkarıp kan dökecek birini mi var edeceksin” der, üzülür dururlarmış. Derken Kadir-i Mutlak Yüce Rab; onların üzüntüsünü giderecek bir çift söz buyurmuş; “Şüphesiz, Ben sizin bilmediklerinizi de bilirim” demiş. Bakara Suresinin 30. ayetinde anlatılan bu mevzu, taşıdığı sırları itibariyle müstesna bir yerde durur. Gariptir, Allahın emri/muradı dışında hiçbir işleri olmayan, hamd ve takdis ehli bu latif varlıkların, Kuran’ı Kerim müktesebatında Rablerine sual eylediklerine dair biricik haberi taşımasıyla da ilginçtir bu ayet. Meleklerin üzüntüsü, insanoğlunun en başlangıçtaki iki yatkınlığı hakkındadır: Bozgunculuk (ifsad) ve kan dökücülük... Ayetin en esrarlı vurgusuysa; “Ben sizin bilmediklerinizi de bilirim” cümlesiyle Rabbimizin sözünde düğümleniyor.

Buradan meleklerin üzüntüsünü boşa çıkarabilecek bir umut çıkar mı? Tüm yatkınlıklarımıza rağmen; Bozgunculuk ve Kan dökücülüğe düşmez isek şayet, Meleklerin bile bilmediği o sırra vasıl olabilir miyiz? Allah’ın insanlık için, bozgunculuk ve kan dökücülük dışında, selamete, adalete, merhamete ve afva dair imkanları nimet olarak ruhlarımıza bahşettiği müjdesini de pekala okuyabiliriz aynı ayetten... Ayet aracılığıyla bahşedilen Rabbani umudun “A’lemu” ve “Ta’lemun” kelimeleriyle pekişmesi de rastlantı olmasa gerek; ilim, alem, alim, bilgi ve bilmek gibi anlamlar yelpazesi üzerinde zihin yormak, tefekkür etmek gerek elbette...

***

Veda Gününde son konuşmasını vasiyet hukuku nispetinde iradeder Son peygamber (sav). Rabbimizin ona verdiği isim; “alemlere rahmet”tir. Yani o, Merhametler Şahikası olarak, meleklerin bile bozgunculuk yapıp, kan dökeceğinden telaşa kapıldığı insanoğullarının arasından, merhametiyle tebarüz etmiş, ikmal noktasıdır. Veda Gününde; “kan davalarının iki ayağı altında olduğunu” buyurur Alemlere Rahmet Elçi... Bunu özellikle İslami duyarlılığı haiz kesimlere, sivil örgütlere ve yazarlara hatırlatmayı kardeşçe bir borç bilirim. Kan davasına ateş taşımak yanlışı en çok bizi çökertir...

***

Meleklerin üzüntüsünü boşa çıkartıp, selamete, esenliğe, barışa yönelebilmek için Allah’ın bize bahşedeceği “sabır” kadar; “bilmeye”, “anlamaya” da muhtacız.

Sabır Allah’tan...

Hukuk, hakkaniyet, merhamet, elden geldiğince basiret, bilmek ve anlamaksa bizden...

Rahmetimiz, Gazabımızı aşmalıdır.