Baþlýktaki farsça ibare, Divan þiirinde ve musýkîsinde, þarkýlarda bile yer alan ‘Ben ne diyorum, tamburam ne çalýyor’ mânâsýnda bir deyimdir.
28 Aðustos tarihli yazýmda, emperial güçlerin savaþla elde edemedikleri birçok emellerine Lozan Sulh Konferansý sýrasýndaki dayatmalarýyla vardýklarýný ifade etmiþtim. Bir okuyucum, bu yazýyý bir arkadaþýyla paylaþtýðýný ve onun da kendisine, ‘yazýda Lozan’da hezimetten bahsedildiðini, ama, hezimet denilenin ne olduðuna dair bir görüþ bildirilmediðini’ yazdýðýný ifade etti.
Hemen belirteyim ki, yazýmda hezimet ya da zaferden bahsetmedim. Bu tanýmlamalar içeriye yönelik, iç tartýþmalardaki taraflarýn iddialarýnýn temeli olup, iç sürtüþmeyi artýrmaktan baþka bir mâna ifade etmez.
Onun için, Lozan’a, zafer de demem, hezimet de.. O günün þartlarý altýnda yapýlýp, bir takým iç siyaset darbelerinden sonra kabul ettirilmiþ bir andlaþmadýr.
Ama, sonuçlarý içeride hâlâ hür olarak tartýþýlamamakta ve karþý çýkanlarý mayýn tarlasýna sürmektedir.
O halde tekrar edeyim; yazýda sözü edilen, emperial güçlerin dayatmalarýdýr ve bu ifade, asýl dikkatin çekilmesi ve üzerinde kafa yorulmasý gereken konunun ne olduðunu anlatma çabasýdýr. Yoksa, içerde bir asra yakýn zaman boyunca yapýlan tartýþmalarý bir o kadar daha anlatmaya ve tartýþmaya çalýþsak bile, alýnacak fazla bir mesafe yoktur.
Evet, o andlaþmaya karþý çýkan Birinci Meclis’in nasýl daðýtýldýðýný; tayinle oluþturulan Ýkinci Meclis’te ve ‘Ýhtimal ki, bazý kelleler koparýlacaktýr..’ denilerek ve öyle de yapýlarak nasýl kabul ettirildiðini; -Ýttihad- Terakki’den kalma- bir küçük grup tarafýndan, yeni rejimin Cumhuriyet adýyla ve bu andlaþmadan sadece 4 ay sonra ilân edildiðini; 9 ay sonra da (nazarî olarak, müslümanlarýn cihanþumûl riyaseti / baþkanlýðý, Hýlâfet) gibi bütün dünya Müslümanlarýný ilgilendiren bir kurumun (Meclis’in þahs-ý manevîsinde mündemiçdir) gibi kurnaz ifadelerle buharlaþtýrýldýðýný; iki yýl sonra da Kilise Hukuku’ndan imbiklenmiþ Ýsviçre Code Civile’inin aynen tercüme edilip Müslüman halkýmýza, ‘Medenî Kanun’ denilerek dayatýldýðýný; milletin ‘Takrir-i Sükûn Kanunu ve Ýstiklal Mahkemeleri’yle, zindan ve dâraðaçlarýyla susturulup sindirildiðini; türkçenin yazýmýnda 900 yýla yakýn zamandýr kullanýlan ve kendi aslî inanç kitabýnýn da alfabesi olan alfabeden koparýlarak, Müslüman halkýn latin harfleriyle yazmaya mahkûm edildiðini ve yeni nesillerin, býrakalým 1400 yýllýk Ýslam inanç ve kültürünün eserlerini, -hattâ dedelerinin mezar taþlarýný bile- okuyamaz hâle getirildiðini; o andlaþmanýn kabulünden 5 sene sonra da, 1924 tarihli Teþkilat-ý Esasiye Kanunundaki / Anayasa’daki, ‘Devlet’in dini, Din-i Ýslâm’dýr’ ibaresinin bile kaldýrýldýðýný; ve daha neler-neler..
Bu aðýr ve derin sosyal travmalarýn hep bu andlaþmayý dayatan çevrelerin planý dâhilinde olduðunu bir askerî zaferin, Sakarya Zaferi’nin 98. Yýldömümünde bir daha hatýrlayalým ve o savaþlarda ‘Allah - Allah!’ diye kan ve can veren müslümanlarýn bu dayatma hedefler için mi savaþtýðýný bir daha düþünelim. Ki, laikler, Cumhuriyet’in ve laikliðin temelinin Lozan’da atýldýðýný bir de gururla belirtmiyorlar mý?
Evet, savaþta zafer kazanmýþtýk.. Ama, ondan sonra?
Merhûm Necîb Fâzýl’ýn, ‘Yüz üstü çok süründün, ayaða kalk Sakarya!.’ diye biten ‘Sakarya’ þiirini
tekrar okumanýn tam zamaný.. Ve yavaþ yavaþ olsa da ayaða kalkýyoruz, 100 sene sonralarda..
Vatan topraklarýnýn terki konusuna gelince.. Sadece, Ýngiltere’nin iki oyununa teslimiyeti zikretmek yeter de artar bile.. Lozan Andlaþmasý’nýn, 20. Maddesinde; ‘Türkiye, Britanya Hükûmeti tarafýndan Kýbrýsýn 5 teþrinisani 1914 de ilân olunan ilhakýný tanýdýðýný beyan eder..’ diye yazýldýðýný; kezâ, Kerkuk, Musul, Erbil, Zaho ve Suleymaniye þehirlerini içine alan ve henüz bizim ordumuzun elinde bulunan Musul eyaletinin de andlaþma sonrasýna býrakýlýp, sonra da ayrý bir dayatmayla Ýngilizler tarafýndan alýndýðýný hatýrlayalým..
Ki, Musul’un Ýngilizlere terkediliþinin halktan gizlenmesi için, kimin, baþýnda þapkayla Kastamonu’ya gidip, ‘Efendiler bunun adý þapkadýr, þapka giymek adam olmak demektir..’ diyerek yapýlan ‘inkilab’larýna bir de bunu eklediðini; halkýmýzýn, Musul eyaletinin gittiðini yýllar sonra farkettiðini de düþünmek gerekir.
Bir okuyucu da, bir Yunan askerî birliðine verilen askerî ve ideolojik eðitimin videosunu göndermiþ.. Askerlere, kendi dinlerinin motiflerinin kullandýrýlmasý tabiîdir.. Ama, ondan ayrý bir de müthiþ bir ‘türk düþmanlýðý’ verilmiþ.. Ýçinde aðýr küfürler de var.. Sýrf , mukabil bir etnik düþmanlýk tahriki olmamasý için buraya almýyorum oradaki sözleri..
(Bu vesileyle, Balkanlar’da 500 yýl boyunca Müslüman hâkimiyetinde yaþayan hristiyan halklarýn kültüründe türk ve Müslüman demenin ayný mânâya geldiðini belirtelim. Bu durumu, Avrupa halklarýnca, Müslümanlarýn 700 yýl bulunduklarý Endülüs’de, ‘arab’ olarak isimlendirilmesinde de görürüz. Yani, hâkim olan yönetimlerin dili bu isimlendirmelerde etkili olmuþtur.)