Merak kediyi öldürür

Siz hiç gerçekten ‘gizli’ kalmış bir ‘devlet sırrı’ hatırlıyor musunuz?

Hep bilinir: Devletler ‘sır’ konusunda titizdirler; olayların bilinmemesi gerektiğine inandıkları yönlerini kem gözlerden gizlemeyi, üzerlerine üç-hilâl damgası vurdukları belgeleri kasalar içinde saklamayı severler... Devlet işinde ‘gizli’ dendiğinde akan sular durur.

Durur da ne olur? Devletlerin ‘sırları’ hiç mi ortaya çıkmaz?

İngilizler otuz yılda bir ‘gizli’ belgelerini sır olmaktan çıkarır; ABD’de özel izinlerle daha kısa sürede gizli belgelere ulaşılabilir. Dönem dönem üzerinden ‘gizlilik’ zırhı kaldırılmış belgeler gazetelere haber, ya da araştırmacılara tez konusu olur.

Üzerinden gizlilik zırhı kaldırıldığı için herkesin bilgisi dahiline girdiğinde “Aa, gerçekten öyle miymiş?” şaşkınlığıyla karşıladığım belge, öyle elde edilerek paylaşılmış belgeler sayesinde öğrendiğimde şaşırdığım bilgi çok nadirdir.

Neden acaba?

Sebebi basit: İnsanlarda ‘gizli’ olana doğru bir merak, bazı meslek mensuplarında da ‘sır’ olanı fâş etmeyi görev bilme duygusu vardır; buna karşılık ‘sır’ diye saklanmak istenen bilgiler ona vâkıf bazıları için gereksiz ve kısa sürede kurtulunması gereken bir ‘yük’ gibidir. ‘Sır’ diye saklananın üzerine giden meslek mensuplarının o yükten kurtulmak isteyen kişilerle yolları mutlaka kesişir ve ‘gizlenmeye’ niyet edilen, çok fazla ‘sır’ olarak kalmaz.

Günümüzde yolu kısaltmaya yarayan imkânların varlığını da unutmayalım: Telefon konuşmalarına kolayca kulak verilebilen, uzaklardan ortam dinlemesi yapılabilen, bilgisayarlara konulan kırk çeşit güvenlik duvarını 15 yaşındaki veletlerin kırabildiği bir dünya bu...

Böyle bir dünyada ‘sır’ ancak insanların zihinlerine hapsettikleridir. İki kişinin aralarında konuştuğu, üçüncü bir kişiye açılan hiçbir ‘sır’ bugünün dünyasında ‘gizli’ kalmaz, kalamaz.

Eee, ne olacak?

‘Kamu diplomasisi’ burada devreye giriyor işte. ‘Kamu diplomasisi’ demek yalnızca devletin reklâmını yapmak değildir. Bazen yapılanların doğru anlaşılmasını sağlamak gerekir ve bu da kamu diplomatlarının işidir. En yetkili ağızlar, bazı hassas bilgileri ‘yayınlanmaması kaydıyla’ paylaşmayı da göze alarak, kamuoyunu aydınlatma görevini yerine getiren meslek mensuplarını (gazetecileri, yazarları, yorumcuları) bilgilendirirler.

Turgut Özal’ın, Birinci Körfez Savaşı’na gidilirken ve sonrasında, Çankaya’da, bu amaçla birden fazla bilgilendirme toplantısı yaptığını hatırlıyorum; “Yayınlamayın” ricasında bulunduğu hiçbir bilgi gazetelerde yer almamıştı.

Lütfen yanlış anlamayın, ama bazı siyasetçilerin farklı bir yöntemi yeğlediklerini de sizlerle paylaşmak istiyorum: Sızabileceği endişesi taşıdıkları bilgi ve belgeleri, başkalarından önce ve istedikleri biçimiyle, yakın bildikleri gazeteler ve gazeteciler aracılığıyla kendileri ‘sızdıran’ siyasiler de vardır.

Medyaya ‘yok’ muamelesi çekmek, ya da ‘sızan’ bilgi ve belgelerden sonra bunu yapanları yaptığına pişman etmek bana fazla sonuç alıcı bir yöntem görünmüyor.

Diplomatik davranılsa, bilgi ve belgeler kısıtlı paylaşılsa bile yine ‘sızmalar’ olacağını unutmayalım; insanın doğasında, işin tabiatında ve siyasetin icabında bulunan özellikler yüzünden...

‘Sır’ ve ‘gizli’ sözcüklerinin etrafında meraklı kediler dolaşır.

Boşuna “Merak kediyi öldürür” dememişler...