Merkez medya nasıl normalleşir?

Mehmet Ali Birand, Erkam Tufan Aytav’ın programına katılmış ve “Haber merkezinde başörtülü muhabir çalıştırmam. Kanalın imajına zarar verir” demiş. Kendisi Türkiye televizyon tarihinin en komplekssiz, önyargısız ve açık fikirli isimlerinden biri olarak görülür. -Ki ben de böyle düşünür idim. Meğer bu bir hüsnü zandan ibaretmiş. Birand da bildiğimiz şekilci, ezberci ve düşünceleri laikçi söylem tarafından ütülenmiş düz kafalardan biriymiş.

***

Birand’ın cümlelerini okuyunca Seyhan Sara Koç’un Medyasofa Derneğinin düzenlediği “Merkez Medyada Muhafazakar Tecrübe” başlıklı toplantıda anlattıkları geldi aklıma. Gülcan Tezcan’ın yönettiği panelin diğer konuşmacısı olan Star Gazetesi genel yayın yönetmeni Mustafa Karaalioğlu da yaşanan tecrübenin sektörel bir okumasını yaparak reklamverenlerin tutuculuğuyla ilgili çok önemli tespitlerde bulundu, bir kısmını yazdı da.

Seyhan Sara Koç sanat tarihi okumuş, Kanal 7’de yapımcı-yönetmen olarak başladığı televizyonculuk kariyerini 24 Tv’de başarıyla sürdürmüş bir isim. Onlarca farklı program yönetmiş, çalıştığı kurumlarda kendini sevdirmiş saydırmış ama çekim yaptığı kişilere ya da kimi zaman çalışma arkadaşlarına kendini izah ve ispat etme durumunda kalmaktan kurtulamamış. Üstelik çalıştığı kurumlar muhafazakâr medya kategorisinde sayılan ya da en azından başörtülü bir yönetmenin çalışabildiği yerler olmasına rağmen.

O, yaşadığı olayları büyük bir olgunlukla ve gülümseyerek anlattı. Toplantıyı düzenleyen Medyasofa, medyada çalışan dindar-muhafazakar kadınların oluşturduğu, dayanıştığı bir medya derneği olduğu, salonu onlar doldurduğu yani dinleyiciler de pek çok benzer olayı zaten bizzat deneyimlediği için Seyhan’ın konuşması başlar sallanıp onaylanarak, mütebessim çehrelerle dinlendi.

***

Seyhan’ın anlattığı, dikkatimi çeken olaylardan birinin kahramanı, Türkiye’nin en zengin ailelerinden birinin ferdi, işadamı Rahmi Koç. Olay şu:

Seyhan ve arkadaşları, çalıştıkları kanalda yayınlanmak üzere Rahmi Koç ile bir program çekimi yapacaktır. Boğazda buluşacakları yere giderler, hazırlıklar başlar, Rahmi Koç çekim yerine özel teknesiyle gelir, tüm ekip -ki kalabalık bir ekiptik diyor- onu karşılamak için sıraya girer. Rahmi Koç herkesle tanışır, tokalaşır, sıra Seyhan’a geldiğinde durur ve “Bu sıkmabaş da nereden geldi, burada ne işi var” diye sorar!

Ortaya bırakılan bu bölücü, ayrıştırıcı ve ayıplı soruya Seyhan, çok tuttuğum bir cevap verir: Beni Tanrı gönderdi!

Çekim biter, ayrılacakları zaman Seyhan’ı yanına çağıran Rahmi Koç, kendisinin de inançlı biri olduğunu, umreye gittiğini falan anlatır.

***

Başörtülüler için, başörtülü bir arkadaşı, yakını olanlar için bu olay çok sıradan gelebilir. Bu tür şeyler başörtülü kadınların başına eskiden daha sık gelirdi ama işte hala gelebiliyor. Hala dememin sebebi, o ilk tanışıklığın, şaşkınlığın, refleksi kabalığın kısmen mazur görülebileceği yılların çok gerilerde kalması, başörtülülerin kamusal alanda, medyada yer almaya başlamasının üzerinden neredeyse 20 yılın geçmiş olması.

İşin aslı, merkez medyada henüz muhafazakâr bir tecrübe falan yaşanmış değil. Türkiye’nin en açık fikirli ve cesur televizyoncusu denilen kişi bile “başörtülü muhabir çalıştırmam” diyebiliyorsa, sahip olduğu markaların reklamlarıyla medyaya hayat veren bir işadamı başörtülü bir kadın yönetmene yüzüne karşı hakaret edebiliyorsa, yaşadığı toplumun inançlarına kültürel-folklorik bilgi düzeyinde bile ilgi duymayacak denli cahil ekran yüzleri başörtülülere “neden içki içmiyorsunuz” diye sorabiliyorsa, ‘muhafazakar medya’da başı açık-kapalı ayrımı yapılmazken merkez medyada ilaç niyetine tek bir başörtülü kadın bile çalışamıyorsa orada normalleşme olduğu söylenemez. Türkiye’de merkez medya bildiğimiz gibi yani: Toplumu değiştirmekte çok radikal ve cesur, kendini değiştirmekte pek muhafazakâr ve ürkek.