Mes'ele, ‘rektör ve bilim' değil; ‘anlamıyor musunuz?'

‘Hâfızâ-y’ı beşer nisyân ile mâlûldür../ İnsan hâfızâsı unutkanlık hastalığına mübtelâdır’ denilmiştir. Hangi emeller için kurulduğu bilinen -eski- Robert Kolej’in çekirdeği etrafında gelişen Boğaziçi Üni’de bir süredir alevlendirilmek istenen bir fitne ateşi var... O üniversitenin yönetimi için C. Başkanı tarafından tayin olunan bir kişiyi, AK Parti’li olduğu gerekçesiyle, protesto etmek için... (Bu memlekette hem profesör olacaksın, hem de bir dünya görüşün, bir siyasî bakışın olmayacak, öyle bir Prof. mu olur? Ve varsa, öyle birisine, kim, hangi niyetle bir yöneticilik vazifesi verir?)

***

Konuya girmeden önce, biraz geçmişe gidelim...

1933 öncesi, üniversite lâfı bilinmezdi; Dâr-ul’fünûn (yâni, fenler evi..) denilirdi. Üniversite lâtin dillerine aid bir kelimeydi. Stalin, Hitler, Mussolini, Franko gibi tartışılması belâlı isimler, karşılarına muhalif olarak çıkan herkesi bertaraf ederken; aynı virüs salgını bizim ülkemize de sıçramıştı ve bize aid her ne varsa, onları reddetmek, yok etmek, kerih göstermek çılgınlığı frensiz ve sınır tanımaz şekilde ilerliyor ve ‘karşı çıkacak olanlar’ hakkında ise, ‘Bu iş, behemahal yerine getirilecektir, amma, ihtimal ki, bazı kelleler koparılacaktır..’ şeklindeki, çok ‘cici’ yöntemler sahneleniyordu.

İşte, o sırada bir ‘inkilab’ da ‘Dârulfünûn’da yapılmış ve utanç verici bir isimmiş gibi, ismi bile değiştirilmiş, en üst sorumluya da Reis yerine, İtalya- Bolonya’da bazı kilise okullarındaki öğretmenler için kullanılan ‘rektör’ denilmişti. ‘Profesör’lük de o zaman girmişti, dilimize; ‘müderris’ yerine...

Yeni rejimi destekleyecek ve istihdam olunacak kadrolar için, ‘inkilab’a şartlandırılmış beyinlerin yetiştirilmesi gerekiyordu. Kelimeler değiştirilerek aydınlanacağımız sanılıyordu.

***

(İstanbul Dârulfünûnu’nun da bir ‘Reis’i vardı, tabiatiyle.. 100 yıl öncelerde, 1915-20’lerde, en ünlü ‘Darulfünûn Reisi’, ‘Feylesof’ diye anılan bir mütefekkir, şair ve siyasetçi -ve de, sonraları ‘Sultan Abdulhamîd’in Ruhâniyetinden İstimdâd’ isimli siyasî tövbe mahiyetindeki güçlü şiirin sahibi- olan ‘Rızâ Tevfik’ idi.) Ama, artık, Reis ve Müdür gibi kelimeler buharlaşmış, ‘rektör’ gelmişti.

Üniversiteler ilim yuvası olacaktı, güyâ.. Ama, Birinci Dünya Savaşı’ndan tıpkı bizim gibi bir harabe olarak çıkan Avrupa’nın öncü ülkeleri ve Japonya, üniversitelerinde teknoloji alanındaki dev adımlarla ilerlerken, bir gardrob devrimlerinin hecmeleri içinde olan ve ‘şeyhin kerameti kendinden menkul misali- kendi kendilerini ‘aydın’ diye isimlendiren ve olabildiğince yoksul halkın vergileriyle beslenen yeni tip bir ‘okumuşlar taifesi’ çıkmıştı ortaya..

Ve, gerisi mâlûm.. ‘İstemezük…’ nâralarıyla yapılan gösteriler, 1960’larda, Üniversitelerce üstlenilmişti. 27 Mayıs 1960 Askerî Darbe zorbalığına fidelik teşkil eden üniversite karışıklıkları, anarşi ve terör, 1970’lerde, 1980’lerde, 1997’lerde devam etti..

***

Ve nihayet miladî-2000’li yılların başında o sistem bütünüyle iflâs etmişti.

Ve Müslüman halkımız, hayalini hayata geçirmek ümidiyle sahneye, kendi değerlerinin içinde yetişmiş kadroları işbaşına getirdi, 2002’nin sonunda.. Halkımız, bu yeni kadrolar sâyesinde, dünyadaki teknolojik gelişmelerle yarışa girecek bir çaba ve dikkat içine girildiğini görmüştü.

Ama, öyle kayguları olmayan üniversiteler, bu duruma tahammül edemezlerdi.

***

Yazının başlığındaki ‘anlamıyor musunuz?’ sözü üzerinde bu açıdan bilhassa durmak gerekiyor. 8 sene kadar önce, Mayıs-2013’ün son haftasında İstanbul- Taksim Meydanı’ndaki 15-20 kadar ağacın kökleriyle birlikte oradan sökülüp başka bir yere taşınmasını, ‘yeşili korumak’ adına, protesto etmek görünümüyle başlayan ve Türkiye’yi 40 gün kadar derinden meşgul eden ‘Gezi Hadiseleri’ sırasında bir tiyatrocunun sosyal medyadan yazdığı bir cümle her şeyi ortaya koyuyordu. Çünkü, sonra, İngiltere’ye gitmek zorunda kalan o kişi, ‘Mesele ağaç değildir; anlamıyor musunuz?’ demişti.

Evet, bu cümle, her şeyi ap-açık ortaya koyuyordu... O, ‘yeşili korumak ve ağaç sevgisi’, bir bahaneydi.

Şimdi de, C. Başkanı tarafından tâyin olunan Rektör’ü ‘İstemezük...’ tempolarıyla bir fitne ateşini tutuşturup yaygınlaştırmaya ve yeni bir ‘Gezi Kalkışması gerçekleştirebilir miyiz?’ hayâline kapılanlar devrede...

***

Halbuki, Rektör’ler nedir ki? Sadece yönetici.. Hattâ kendi akademik zenginliklerine zarar veren bir iştigal sahasıdır, yönetme işi...

Aslında dünyanın birçok üniversitelerinde de, akademisyenler yönetici değildirler, ‘Müdür, Reis’ gibi sıfatlarla anılan ve genelde o üniversitelerin mütevelli heyetlerince belirlenen kişiler yönetir, oraları...

Ama, biz de üniversiteler sanki bir ‘dukalık’ gibi bir hâkimiyet ve hattâ tahakküm alanı telâkki ediliyor. Öğrenciler ise, kendi eğilimlerine dünya görüşlerine yakın bulmadıkları hoca veya yöneticileri kaçırmak için her yönteme başvuruyorlar.

Bu bakımdan, Boğaziçi’nde yaşananlar basit bir karşı çıkmak değil.. Mes’elenin özü, kendi eğilimlerine karşı olduğunu düşündükleri Erdoğan’a ve Erdoğan Türkiyesi’ne geri adım attırmak istiyorlar. Bir kez geri adım olursa, gerisi gelir sanıyorlar.

Ne de olsa, 10 ay kadar öncelerde, ‘Türkiye Başkanı Erdoğan’ ismini zikrederek, onun iktidardan uzaklaştırılması için muhalefet ve sivil toplum kuruluşlarıyla ortak çalışmalar yapılması gerektiğini söyleyen Joe Biden da, artık Amerikan Başkanı...

***

Bu ve benzeri fitne ateşlerini de öncekiler gibi söndürmeye mecburuz ve devlet gücüyle değil; Müslüman halk kitleleri olarak, teyakkuz halinde ve sabırla.. 15 Temmuz 2016 gecesindeki hıyanete karşı sergilenen uyanıklıkla...

***