Meselenin uluslararasý boyutu

Mesele dediðim, malum, siyasi iktidar-hizmet hareketi olarak yansýyan kavga, tapeler, dinlemeler, vs.

Bu kavga gerçekten AK Parti-Hizmet kavgasý mý, yoksa baþka bir þey mi, üzerinde iyi düþünülmesi gereken bir mevzu muhtemelen.

Bu boyutta bir meselenin bir Türkiye meselesi olmakla sýnýrlý kalacaðýný zannetmek, uluslararasý bir boyutunun olmadýðýný düþünmek pek gerçekçi olmaz kanýsýndayým.

Camiayý da uluslararasý bir planýn parçasý ya da tetikçisi olarak görmek, doðrudur ya da yanlýþtýr, gerçekten bilemem, yine muhtemelen konuya iyi teþhis koyamamanýn ilk adýmý olabilir.

Türkiye, belirli tanýmlar dahilinde, egemen bir milli devlet, buna kuþku yok, bu doðrultuda da iç ve dýþ politikasýný yönlendiriyor, bunda da ne eleþtirilecek, ne de þaþýlacak bir durum var.

Ancak, acaba bu milli egemenlik kullanýmýnýn, biraz hukuki, biraz da reel politikalar alanýnda bir sýnýrý var mý?

Unutmayalým, Türkiye NATO üyesi bir ülke, bu çok ama çok önemli, yani ABD ile bir askeri ittifakýn parçasý, üyesi, AB ile katýlým müzakereleri yürütüyor, Avrupa Konseyi’nin üyesi, hatta bir yoruma göre kurucu üyesi ve bu baðlamda AÝHM’in yargý yetkisini kabul etmiþ bir ülke, vs.

Bu faktörler Türkiye’yi batý sisteminin, ittifakýnýn bir parçasý yapýyor, bu durum kanýmca çok önemli ve olumlu.

Türkiye de bu ittifaklar içinde formel anlamda eþit haklara ve mükellefiyetlere sahip bir ülke.

Ama, meselenin baþka bir boyutu daha var.

Türkiye ekonomisi dünya ekonomisinin tam da yüzde biri dolayýnda iken, ABD ekonomisi ayný dünya ekonomisinin yaklaþýk dörtte biri, yani yüzde yirmi beþi; keza, 28 ülkeli AB de dünya ekonomisinin yine yaklaþýk yüzde yirmi beþi.

Burada karþýmýza ilginç bir durum çýkýyor.

Hukuki, siyasi formel eþitliklere raðmen ortada bir de iktisadi, reel bir eþitsizlik söz konusu.

Bu reel eþitsizlik acaba formel eþitlik süreçlerine nasýl yansýmaktadýr?

Bu ekonomik dengesizlikler Türkiye gibi bir ülkenin milli egemenlik kullanýmýnýn etkinliðini reel dünyada nasýl etkilemektedir?

Bu doðrudur, Türkiye 2002 sonrasý, diyelim on sene, Cumhuriyet tarihinin en baþarýlý, altýn senelerini yaþamýþtýr.

Bu baþarýlý yýllar ve haklý olarak beraberinde getirdiði özgüven artýþý acaba dýþ politikada formel siyasi ve hukuki eþitliði, çarpýcý reel eþitsizliðe raðmen, bir ölçüde abartma eðilimini gündeme getirmiþ midir?

Dýþ politika çok ince bir siyaset alaný, hatta muhtemelen bir tür cambazlýk.

Bu cambazlýk da, milli egemenliðin özüne dokunmadan, dýþ politika realitelerini dikkate almak demek herhalde.

Üstelik AB sürecini ilerletirken milli egemenlik konusunda çok büyük tavizler vermek durumunda olacaðýmýzý da unutmayalým.

Þanghay beþlisi derken, Çin’den füze alýmlarý ihaleleri açarken, Merkel’in seçimler sonrasý balýk tutmaya gideceðini öngörür iken, ABD Büyükelçisi’nin de “persona non grata” ilan edilebileceðini ifade ederken, çok haklý Gazze davasýnda, yine haklý baþka bir konuda, Mýsýr’da yaþanan askeri darbe meselesinde, Ýran konusunda, özünde haklý olduðu ama haklýlýðýný bir yaklaþýma göre biraz abartýrken acaba Türkiye dýþ politikanýn özü olan bu cambazlýk konusunda dengeyi biraz bozmuþ mudur?

Son üç aydýr yaþananlarýn acaba bu cambazlýk dengesinin biraz bozulmasý ile ya da en azýndan böyle bir algýnýn oluþmuþ olmasý ile bir ilgisi var mýdýr?

Bu konunun iyi düþünülmesinin, en azýndan gelecek için, büyük bir kamusal yarara tekabül ettiði kanýsýndayým.