Meþruiyete inanýyor muyuz?

Aslýnda bugün TRT Kürdi’ye dair bir yazý yazacaktým ama son günlerde okuduðum birkaç yazý beni böyle bir yazý yazmaya adeta mecbur etti. Dolayýsýyla TRT Kürdi’ye iliþkin kaleme alacaðým yazý Cumartesi gününe kaldý.

Toplumun büyük bir bölümünün tercihlerini ‘’yanlýþ bilinç’’ ile açýklamaya çalýþmak, her þeyden öte ve her þeye raðmen, toplumun büyük bölümünün özgür iradesiyle oluþturduðu meþruiyet zeminlerine inanmamak anlamýna gelir. Daha da kötüsü, çoðunluðun eþit  koþullarda þekillenen iradesini, ideolojik egemenliðin yanlýþ bilinç üreterek, çoðunluðun rýzasýný konsolide ettiðini ima etmek, inançlarýn saðlam temellerine dair hiçbir þey bilmeyen kara bir cehalet deðilse, kesinlikle bir kötü niyettir.

Meþruiyetlerin kaynaðý kendi baþýna ve kendi kendine yeterli olan doðru fikirlerimiz deðildir. Meþruiyetin tek kaynaðý doðru ya da yanlýþ çoðunluðun fikirlere gösterdiði rýzadýr. Fikirlerimiz hakikaten de doðru olabilir ama eðer çoðunluk bu fikirlere rýza göstermiyorsa, bu fikirler doðru olmanýn yanýna bir de ‘’meþrudur niteliði’’ kazanamazlar. Doðruluk, bir fikri otomatik olarak meþru olan fikir haline getiremez.. Böyle bir þey yoktur ve olamaz da.

Halkýn kendisini nasýl idare etmesi gerektiði yolunda ortaya atýlan fikirlerin nesnel ve rasyonel olmalarý baþka þeydir, iþlevsellik kazanmasý ve hayata müdahale eder hale gelmeleri bambaþka þeydir. Ýlki elbette tartýþmaya açýk öneri niteliklerini korur, ikincisi ise çoðunluðun iknasýna dayalý bir rýza tarafýndan donandýðý için, arkasýnda o çoðunluðun iradesi olduðu için artýk meþrudur. Doðru olmak ile meþru olmak ayný þey deðildir. Doðru fikir, otomatik olarak demokratik fikir haline gelmez. Bir fikrin demokratik ve meþru hale gelmesi ancak çoðunluðun o fikre katýlmasý, onu benimsemesi ve kendi fikri haline getirmesiyle mümkündür. Halkýn benimsemediði rýza göstermediði hiçbir fikir ne demokratik olabilir ne de meþru.

Hayýr’cý cephenin argümanlarýna ideolojik çerçeve kazandýrmaya çalýþan kimi kalem erbabýnýn bugünlerde yaptýðý tam da budur. Kendi fikirlerini çoðunluðun kendi tercihleriyle oluþturduðu meþruiyetin kaynaðý yerine el çabukluðu ile kendi fikirlerini ikame etmek. Ama ortada çok ciddi bir tuhaflýk var; meþruiyetin kaynaðýný ‘’eðer’’ gibi bir parantezin içine sýkýþtýrarak, “eðer”in özgürleþtirdiði akýl yürütmenin toz ve dumaný içinde her þeyi söyleyebilmenin kibirli keyfiliðiyle sarhoþ olmak mantýk açýsýndan bir makuliyet taþýmaz.

Tarihin hiçbir döneminde ‘’eðer’’ kelimesi bu kadar büyük bir paranteze ev sahipliði yapmadý. ‘’..Yani Meclis cumhurbaþkanýnýn sözünden çýkamayacaðý gibi, onun iradesine uygun kanun çýkarmakta da tereddüt etmeyebilir. Ayrýca ‘’eðer’’ böyle bir durum olursa zaten cumhurbaþkanýnýn veto yetkisi bulunuyor. Böylece yasama cumhurbaþkaný karþýsýnda tümüyle edilgen kýlýnýyor.’’

Küçük bir “eðer”in nasýl da bir sihirli deðneðe dönüþtüðünü görebiliyor musunuz? Ama esasen bu cümlelerinin ortaya çýkardýðý hakikat, meþruiyete duyulan inançsýzlýktýr. Halk hem meclis çoðunluðunu hem de cumhurbaþkanlýðýný ayný partiye verirse, yazara göre bu demokratik bir durum olmaz. Mutlaka Meclis bir biçimde cumhurbaþkanýna karþý daha ‘’etkin’’ hale getirilmeli diye ýsrar ediyor. Peki ama halk böyle tercih yapmýþ. Siyasi irade hem mecliste hem de cumhurbaþkanlýðýnda böyle tecelli etmiþ, bunun bir deðeri yok mu? Yazara göre yok. Peki neden? Yazar farklý düþüncelere sahip olduðu için. Bunun adý hem halka hem de onun tercihleriyle oluþan meþruiyete inanmamaktýr.

Aristo bile ‘’inançlarýn çoðunda bir hakikat payý var’’ diyordu. Ýnsanlarý, tutarlý akýl yürütme yetisinden yoksun ve irrasyonel önyargýlar içinde boðulmuþ saymak, onlar hakkýnda verilen tipik tutucu hükümlerden birisidir. Tarihin büyük bir bölümünde insanlarýn tamamýnýn anlamsýzlýðý gayet açýk olan inanç ve fikirleri savunmuþ olduðuna inanmak gerçekten çok zordur. Ayrýca sayýsýz insanlarýn kesinlikle anlamsýz fikirler uðruna yaþadýklarý ve bazen de öldüklerine inanmak, sýradan insanlara karþý hiç de hoþ olmayan, aþaðýlayýcý bir tavýr takýnmak demektir.