Bal ve diğer arı ürünleri insanlık tarihi boyunca kutsal bir besin, tam bir şifa kaynağı olarak nitelendirilmiştir. Ancak son yıllarda yürütülen araştırmalar sonucunda şekerin sağlığımız üzerindeki olumsuz etkileri tartışılmaya başlanınca, meyve, tahıl vb. tüm şeker içerikli besinler gibi balın da sağlığımız için zararlı olduğu iddiaları gündeme geldi. TV ya da yazılı basında uzman olarak nitelendirilen bazı kişiler bala neredeyse “zehir” muamelesi yapmaya başladı. Düşünebiliyor musunuz, Eski Mezopotamya uygarlıklarında “Tanrıların besini” olarak sunulan kutsal besin, şimdi “zehir” gibi suçlanıyor. Peki neden? Yeterli bilgi birikimi olmayan kişiler bir buz dağının su üzerinde görünen küçük kısmını görerek yorum yapabiliyor. Halbuki buz dağının devasa ana gövdesi suyun altında kaldığından görülemiyor ve tabi tosluyorlar! Halbuki balı, meyve ya da tahılları birer şeker olarak değerlendiremezsiniz. Bu nedenle, kendi çalışmalarımız da dahil, dünyada yürütülen bilimsel çalışmaların bulgularını yorumlayarak 2015 yılında “Arılardan Gelen Şifa; Apiterapi” kitabını yazdım.
Aslında balın temel içeriği olan früktoz ve glikoz toplam yüzde 80 gibi yüksek oranda. Normal olarak bu kadar yüksek şeker içeriğine sahip bir besinin yüksek glisemi indeksine sahip olması beklenir. Ama hayır; balın glisemi indeksi düşük. Glikozun glisemi indeksi 100 kabul edildiğinde, bildiğimiz çay şekeri için 70, balın ise tipine bağlı olarak 45-55 arasında değişir. En düşük değer narenciye balına aittir.
Metabolik Sendrom, başlıca kalp hastalıkları ve şeker hastalığı gibi önemli hastalıkların gelişiminde rol oynayan bir grup hastalık ve şikayetlere verilen isim. İlk olarak 1988 yılında dikkati çekmiş ve 1998 yılında tüm dünyada kabul görmüş. 2009 yılında yayımlanan rehbere göre aşağıdaki şikayetlerden en az üçü ile ilgili bir olumsuz bulgu varsa siz metaboliksendrom hastasısınız. (1) açlık kan şekeri >100 mg/dL, (2) Kan basıncı >130/85 ve üzeri, (3) serum trigliseritseviyesi >150 mg/dL, (4) HDL-kolesterol <49 mg/dL (erkek) ve <50 mg/dL (kadın), (5) bel çevresi >102 cm (erkek) ve >88 cm (kadın).
Bu ay yayımlanan bir derleme makalesinde şimdiye kadar yürütülen deneysel ve klinik araştırmaların bulguları tartışılarak balın Metabolik Sendrom gelişimine karşı koruyucu rol oynayabileceği sonucuna varılmış. Araştırmacılar yürütülen bilimsel araştırmalarla balın kanıtlanan şişmanlamayı önleyici (antiobezite), şeker hastalığı gelişimine karşı (antidiyabetik), kan lipit seviyesini (hipolipidemik) ve yüksek tansiyonu düşürücü etkilerini (hipotansif) birlikte değerlendirerek, balın Metabolik Sendrom gelişimine karşı koruyucu katkı sağlayabileceği yorumunu yapıyor. Bu etkiyi sağlamasında etkili olan başlıca etkenin balın düşük glisemi indeksi bulunması ve güçlü antioksidan etkisi. Bu suretle balın kilo almayı önlediği, yağ depolanmasını engellediği, insülin hassasiyetini artırarak, kan glikoz seviyesini düşürdüğü, lipit metabolizmasını hızlandırdığı, damar sertliği gelişiminden koruduğu, oksidatif stresi azalttığı, endotelin işlevlerini koruduğu; bu bakımdan Metabolik Sendrom gelişiminin önlenmesinde koruyucu ve tedavisinde yardımcı rol oynayabileceği bildiriliyor.
Çalışmada araştırmacılar bu gözlemlerini destekleyen bilimsel bulguları ayrıntılı bir şekilde tartışmış. Früktozun tek başına uygulandığında oksidatif hasara yol açtığı (prooksidan) artık bilinen bir gerçek. Zaten yukarıda bahsettiğim “buz dağı” örneğinin temeli de bu. Bu bulgulara bakarak kısıtlı bilgiye sahip bazı uzmanlar meyve, bal yemeyin diye korku salıyorlar. Onlara göre meyve ve bal früktoz taşıyor, öyleyse zararlı; zehir (not: burada tüketilen miktar önemli, şüphesiz; oturup 3-5 kilo meyve yiyenler için diyecek bir söz bulamıyorum).
İlgilenenler için daha teknolojik olarak mekanizmayı açıklarsak; Früktoz hücre içerisine girdiğinde fosforilasyona uğrayarak riboz-5-fosfata (R-5-P) dönüşüyor. R-5-P pürin metabolizmasında adenozinmonofosfat (AMP) ve guanozinmonofosfat (GMP) nükleotitleri için prekürsör rolü oynuyor. Fazla miktarda früktoz tüketilmesinin pürin metabolizması sonucu kanda ürik asit miktarında artışa (hiperürisemi) yol açtığı, ksantinoksidaz gibi oksidanmetabolitlerin açığa çıkması sonucu vücudun antioksidan savunma sistemlerini zayıflattığı biliniyor. Bütün bu tepkimeler sonucu kan şekeri (hiperglisemi), kolesterol (hiperkolesterolemi) ve kan basıncında (hipertansiyon) artış gözleniyor. Ancak bal ile früktozun etkilerini birbiri ile özdeşleştirmek hatalı olur. Çünkü balda polifenoller, enzimler (katalaz, glikoz oksidaz) gibi yüksek antioksidan etkili içerik yer almaktadır. Dolayısıyla bal früktozun oksidatif hasara yol açan olumsuz etkisini yok etmektedir. Bunun bilimsel olarak sağlaması da yapılmıştır. Bal ile aynı oranda früktoz ve glikoz taşıyan “sahte bal” verildiğinde früktozun yukarıda bahsettiğim prooksidan etkisi belirgin bir şekilde yükselmiştir.
Bu çalışma da sorunun temelinin aslında kalitesine güvenilebilir balın bulabilmek olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü ucuza temin edilen glikoz ve früktoz şurubu renklendirilerek hazırlanan sahte ballar piyasayı sarmış durumda. Bu nedenle kullanılan balın gerçek olduğundan, çevre toksinler, tarım ilaçları taşımadığından emin olmalıyız. Türkiye tüm dünyada Çin’den sonra en çok bal üreten ülke. Türkiye’de “gerçek bal yok” diyen kişiler bilgilenir diye ümit ediyorum.