“…millet kısmı yere düşer ama ölmez…”

Pazartesi günkü yazımı gönderdikten sonra Kemal Tahir'in "Bir Mülkiyet Kalesi" romanında geçen bu sözü hatırladım...

Üç gündür büyük düşünürün sözü etrafında beynimde tedailer dolaşıp duruyor.

Çünkü ben, o gün yazıp da köşe yazımdan çıkarıp arşive attığım bölümün sözü çağırdığını biliyorum.

"Kesifleşen umutsuzluk" beni tarih felsefesine ve kaybolan kavimlerin hikayesine götürmüştü.

Diyordum ki...

"Uzun zamandır iki duygu arasında gidip geliyorum.

Bir tarafta, geçmişin hikayesine konuşlanmış ve adaletsizliğin hüküm sürdüğü dünyada bir söz söyleyebilecek potansiyel.

Ne var ki, içe doğru korkunç bir çürüme; tarihte kaybolan kavimlerin hikayesi iflah olmaz bir çaresizlik içine hapsediyor insanı."

İşte, Birinci Dünya Savaşı'nın yıkıntıları arasında söylenmiş "millet kısmı yere düşer ama ölmez" sözü, "bu kadar da olmaz diyerek" arşive attığım satırlar üzerine düşünürken hafızamın derinliklerinden tecelli etti.

Bir milletin muhayyilesini yaralayan en tehlikeli şeylerden biri, belki de en önemlisi içine kapanması ve kendi kendine kavga etmesi galiba.

Şöyle bakıyorum da son yıllarda "ekstrem genelleştirerek milleti mahkûm etmek" için ciddi operasyonlar yiyoruz sık sık.

Yokluk-yoksunluk söylemleri de cabası. Hafızasız tartışmalarla birbirimizi boğazlayıp duruyoruz.

Oysa... Bir ihtiyardan duyduğum "iyilerimiz, kötülerden hala çok" sözünün hükmü Anadolu'da devam ediyor.

Ne çare ki, kitle iletişim araçlarının, sosyal medyanın, kötülüğü sıradanlaştırdığı da bir gerçek. Kimi kifayetsiz siyasetçiler de bunu genelleştiriyor, güya iktidarı eleştirmek perdesi altında yangını harlıyor.

Yankı odalarında atılan sloganların etkisinde kalan yığınlar da buna inanmaya dünden hazır.

Muhalefetin en çok güvendiği kitle bu...

Ama yine de az önce azminden sadır olmuş sözünü alıntıladığım ihtiyardan mülhem, vahdet dili Türkçe ile yoğrulmuş aklıyla bu ülkeye imanını taze tutanlarımızın fazla olduğuna inancım tam.

Ben, tam da bu noktada, daha köklü sorgulamalarla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.

Zira dünyada büyük bir kırılma yaşanıyor.

Geçen yüz yılın yükselenleri büyük bir düşüş yaşıyor.

Batı evrenselciliği fikrinin ciddi anlamda yara aldığı bir süreçten geçiyoruz artık. Kimse Batı'nın oluşturduğu hukuka güvenmiyor, hatta yeni bir düzen tesis edeceğine inanmıyor.

Afrika'dan bile kovulan bir batı imgesi iyice yerleşti dünya kamuoyunda.

Avrupa fikri oluşturduğu kavramlarla birlikte tarihin dehlizlerine doğru yuvarlanıyor. Amerika'nın vassalı konumundaki Avrupa devletleri de ciddi bir kriz içindeler.

Pasifikte yeni bir çatışma beklentisi altında yeni yeni ittifaklar oluşuyor... Rusya ve Çin, geçmiş anlaşmazlıkları bir kenara bıraktılar, Atlantikçi düzene karşı ittifak oluşturdular. BRIİCS zannedilenin ötesinde bir etki alanına sahip.

İşte, Türkiye böylesine büyük jeopolitik hareketliliğin yaşandığı bir zeminde muhayyilesini zedeleyecek olayları aşarak, Doğu-Batı denkleminde geliştirdiği politikaları daha da derinleştirebilir, kendi hukukunu tesis edebilir.

Bunu da "çokluk içinde birlik" düsturuyla içeriyi tahkim ederek başarabiliriz.