Milletin gündemi galip gelecek

Kimin nerede durduğunun giderek daha netleştiği; ancak bir o kadar da önem kazandığı bir döneme giriyoruz. O nedenle sözün önünden arkasından dolaşanlar için hayli zor günler.

Alışkanlıklar, adı üzerinde çoğu zaman farkında bile olmadan tekrarladığınız duruş ve eylemlerden oluşur. Terk etmek kolay değildir. Çünkü o alışkanlıkların ardına gizlediğiniz çıkarlarınız, onunla birlikte yürüttüğünüz hesaplarınız vardır.

Türkiye’de bazı zihinler henüz Soğuk Savaş döneminin alışkanlıklarından kurtulamadı diyoruz. Aslında şunu söylüyoruz. O dönemde elde ettikleri pozisyonları kaybetmek istemiyorlar. En azından bir şekilde pazarlık konusu ediyorlar.

Tam da bu nedenledir Türkiye’de parlamenter sistemin bir anda kutsal ve dokunulmaz ilan edilmesi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bir kez daha hakim bir alışkanlığa dokunmuş ve onun, ateşli savunucularının iddia ettiği gibi vazgeçilmez olmadığını ortaya koymuştur.

Yeni sistemin özellikleri, yarı başkanlık mı, tam mı olacağı elbette tartışılır. Türkiye’ye özgü bazı özellikleri olması da değerli ve anlamlı bir arayıştır. Ancak sorun şuradadır: Başkanlık sistemiyle ilgili bizzat Cumhurbaşkanı tarafından hareketlendirilen süreç, artık bir tartışma olmaktan çıkmıştır. Bir arayıştır, tıkanan sistemle ilgili bir çözüm beklentisidir.

Kim ne kadar tuhaf bulursa bulsun, Tayyip Erdoğan’ın kamuoyundaki önemli mesajlarını uzun zamandır muhtarlara hitaben yaptığı konuşmalarda vermesi çok farklı bir dokunuş. Büyük nüfuslu alanlarda fark edilmese bile, topluma en yakın olan ve siyaseten bir kılcal damar özelliği taşıyan aktörlerdir muhtarlar. Erdoğan dış politikadan ekonomiye, merkez bankasından başkanlık sistemine kadar her şeyi onlarla konuşuyor. Bu sadece bir platform oluşturma çabası değil, Erdoğan’ın milletle doğrudan diyalog kurarak gündemindeki adımları sağlamlaştırma hamlesidir.

Başkanlık sözü anıldığı anda bir anda pozisyon alan, diktatörlük geliyor diyen veya bunu ülkenin ateşe atılması olarak görenlerin aksine; Erdoğan bir sistem değişikliğinin doğrudan muhataplarıyla, yani milletle konuşuyor. Türkiye’nin zaten zayıf ve cılız entelektüel hayatının, duyarsız okur yazarlarının olup biteni algılama konusundaki zaaflarına verilen bir cevap aslında bu duruş.

Okur yazarların, çoğu zaman medyanın, en tuhafı da siyasetin duyarsız kaldığı bu gündem, çok geçmeden şaşırtıcı biçimde toplumsal karşılığını bulmaya başlayacaktır. ‘Aklımıza gelen her şeyi millete onaylatmak demokrasi değildir’ diyenlerin endişesi tam da budur. Bir şeyden anlamaz dedikleri, sistem değişecekse bunu biz yaparız diye tepeden baktıkları millet; Cumhurbaşkanı’nın da sıkça vurguladığı gibi bu arayışa evet derse, birilerinin rahatı kaçacak. Siyaset yapıyormuş gibi davranıp kapalı kapılar ardında milletten uzak kalanların dönemi kapanacak.

Bürokrasinin, siyasetin ve bunlarla birlikte pek çok çıkar grubunun, başkanlık konusundaki dirençleri veya süreci yok sayan bir tutum izlemeleri, tarihsel anlamda da iyi okunmalıdır. Güçsüz siyasetin, bir şekilde yüksek bürokrasinin vesayeti altında olduğu dönemlerde Türkiye’nin kaybettikleri iyi anlaşılmalıdır. Mesela son 12-13 yıldır, güçlü bir başbakan eliyle alınan mesafelere daha yakından bakılmalıdır. Bugün söylenen, özellikle bürokrasinin, daha özel olarak yüksek yargının siyaseti yönettiği günlere geri dönülmemesi için sistemin değişmesi gerektiğidir. Çift başlılığın kabul edilemez olduğu konusunda zaten herkes hemfikir.

Anayasa Mahkemesi, geçmişte aldığı kritik kararlarla sıkça ülkeyi rayından çıkaran kapılar araladı. Yeri belli, sınırları belli olduğu halde şimdi, üstelik doğrudan Türkiye’nin varlığına kasteden bir hamle karşısında ülkenin savunma hattını yaraladı. Bu cüret, sistemdeki boşluğun ürününden başka bir şey değildir. Kuşkusuz sistemin değişmesinden rahatsız olan ellerin buradaki katkısı da çok açıktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın milletle oluşturduğu gündem, bu tartışmaların hepsini aşacak ve kuşkunuz olmasın bugün geride duranların çoğu koşar adım en ateşli savunucular olacaktır.