Milli egemenlik ne demek?

Aslında, gerçek demokratik bir hukuk devletinden yana iseniz, bugün pek bir şey demek değil.

Milli egemenlik sözü, 21. Yüzyılda çok şey ifade etmeyecek, bunu söylemek pek kolay değil ama, ne yapalım, ama küresel trendler tersinmez bir biçimde bu yönde

Yarın 23 Nisan, Milli Egemenlik Bayramı, bu yazıyı bu nedenden yazıyorum.

Kimse yanlış anlamasın, amacım asla yaklaşık yüz sene öncesini sorgulamak falan değil, muhtemelen 23 Nisan 1920 çok doğru bir karar, milli egemenlik de o tarihlerde çok aziz bir kavramdı.

Tarihçi değilim, geçmişi yetkin bir biçimde tartışmak haddim değil ama bu kavramların bugün ne anlama geldiğini ve yarına doğru nasıl evrilebileceklerini biliyorum.

Yüz senede, 23 Nisan 1920’den bugüne köprünün altından çok sular aktı, tüm kavramların içeriği değişti, milli egemenlik kavramının da bu süreçten nasibini almaması mümkün değil.

Bir Fransa gazetesinde yazıyor olsa idim, 14 Temmuz günü, milli egemenlik kavramının doğduğu ülkede de benzer bir yazı yazardım muhtemelen.

Meseleye belki de, daha az incitici olmak için, Fransa üzerinden yaklaşmak daha isabetli olabilir.

Ama, emin olabilirsiniz, Fransa için yazacaklarım, bizim için de aynen geçerli, muhtemelen tek fark belki de biraz zaman kaymasıdır, o kadar.

Milli egemenlik ya da milli irade kavramlarının en kristalize olduğu kurum hiç kuşkusuz yasama organları yani parlamentolar.

Bizde TBMM, Fransa’da Meclis ve Senato’dan oluşan Parlamento.

Yasama organları 21. Yüzyılda acaba ne kadar egemenlik yetkisini başkalarıyla, başka kurumlarla, iradi ya da irade dışı, paylaşmak zorunda kalıyorlar?

Parlamenter hareketin başlangıcında vergi hakkı, bütçe hakkı yatıyor.

Oysa, bugün, AB üyesi iseniz, kişisel gelir vergisi dışında başka hiçbir vergi üzerinde milli parlamenter bir denetim yetkiniz yok.

Başka bir ifadeyle, artık vergileme yetkisini parlamentolar yani milli egemenlik kullanamıyor.

Yine AB üyesi iseniz, bu yeni bir gelişme, AB Komisyonunun milli bütçeniz üzerinde ön denetim yetkisi olacak.

Bütçe açıkları, kamu borç stokları konusunda da zaten çok uzun süredir yasal limitler mevcut.

Ekonomide bankacılık, rekabet, dış ticaret gibi alanlarda da milli egemenlik yetkilerinden bahsetmek adeta imkansız.

Bunlar ekonomiyle ilgili sınırlamalar.

Bu konuda tek itiraz milli egemenlik devrinin siyasi rıza ile devredildiği ve bunun da milli egemenliğin bir parçası olduğu ama bu itiraz da tartışmalı.

Temel hak ve özgürlükler konusunda da alt sınırları Avrupa Konseyi, AİHM gibi kurumlar belirliyor.

Başka bir ifadeyle yargı yetkisi de artık milli egemenliğin mutlak bir yansıması değil.

Türkiye, Allah’tan, bu son konuda Avrupa Konseyi’nin üyesi ve bu sistemin bir parçası.

Savunma, güvenlik gibi alanlar da zaten milli egemenlik alanının dışına çıkmış durumda.

Milli orduların milli savunmayı etkin bir biçimde belirlemesi de artık, tüm babalanmalara rağmen, pek söz konusu değil.

NATO gibi kurumlar bu kaçınılmaz ihtiyacın sonucu.

Biz de bu savunma sisteminin bir parçasıyız ve iyi ki de parçasıyız.

23 Nisan 1920’ye ve hatta işin başlangıcına yani 14 Temmuz 1789 Fransa’sına dönersek parlamentolar vergileme, bütçe açıkları, kamu borçları, temel hak ve özgürlükler, milli savunma gibi konularda tek ve tartışılmaz otoriteler, hakimler de milli yasaların uygulayıcıları.

Köprülerin altından çok sular akmış ve milli egemenlik tanımı çok değişmiş, hatta artık folklorik bir düzeye, bayrak ve marşlar, milliyetçi, hamasi içi biraz boş söylemler düzeyine inmiş.

İyi ki de böyle olmuş zira aksi takdirde çok sayıda ülkede sayısız insan milli egemenlik adına ne işkencelere, nelere, ne temel hak ve özgürlük sınırlamalarına maruz kalabilirdiler.  

23 Nisan Milli Egemenlik Bayramımız hepimize kutlu olsun.