Cumartesi sabahý (dün), Milli Eðitim Bakanýmýz Sayýn Ömer Dinçer Bahçeþehir Üniversitesi Hükümet ve Liderlik Okulu’nda bir konuþma yaptý.
Sayýn Dinçer konuþmasýnda Bakanlýðý’nýn ilgi alanýna giren konulara, yaptýðý ve yapmayý planladýðý reformlara deðindi, benim kiþisel olarak çok önemsediðim ve destekleyeceðim bir perspektif çizdi.
Bugünkü eðitim yazýmda bu tartýþmalarý özetlemek istemiyorum, zaten sütunda yerim böyle bir þeye pek uygun da deðil ama çok önem verdiðim bir noktayý buraya taþýmak istiyorum.
Sayýn Dinçer konuþmasýnda, benim de bu sütunda çok sýk deðindiðim PISA sonuçlarýyla ilgili ilginç bir yorum yaptý; malum, PISA sýnavlarý sonuçlarý, 34 ülke arasýnda ülkemiz Türkiye’nin 33 gibi çok sevimsiz bir yerde olduðunu ortaya koyuyor.
Sayýn Bakan da çok haklý olarak bu sonuçlardan rahatsýz ve bu sorunun nedenleri üzerinde kafa yoruyor, çözüm önerileri geliþtiriyor.
Sayýn Bakan PISA sonuçlarýnda bizim aleyhimize görüntünün kökeninde ders saatleri meselesi geldiðini ifade ediyor; demografik baskýlar nedeniyle eðitimin büyük bir bölümünde ikili eðitim zorunlu, bu durum da bizim çocuklarýn aldýklarý toplam derslerin ortalamasýnýn PISA sýnavlarýnda yarýþtýðýmýz ülkelerin ortalamasýnýn altýnda kalabildiðini ifade ediyor Sayýn Bakan.
Baþka bir ifade ile de Sayýn Bakan, PISA sonuçlarýnýn altýnda aðýrlýklý olarak ders saatlerine yönelik kantitatif bir meselenin yattýðýný belirtiyor.
34 ülke arasýnda 33. sýrada bulunma durumunun altýnda kýsmen kantitatif nedenlerin yattýðýna kuþku yok; ancak, kanýmca meselenin bir de kalitatif boyutu var ve maalesef biz bu konuyu çok az tartýþýyoruz.
Bendenizin naçiz kanaati PISA’da yarýþtýðýmýz ülkelerin çocuklarý ile bizimkilere ayný ders saat yükünü verebilsek bile sorunun yine de ortadan pek kalkamayacaðý.
Bu kanaatimin kökeninde ise bizim eðitim sistemimizde çok köklü, yerleþik bir verimsizlik sorununun mevcudiyetine inanmýþ olmak yatýyor.
Bizim sistemde “birim ders saati verimliliði” PISA’da yarýþtýðýmýz ülkelerin çok büyük bölümünün çok gerisinde; bu konuda önümde çok sayýda belirti de mevcut.
Dolayýsýyla, mesele ders yükünü yükselterek çözülebilecek bir mesele gibi durmuyor; hatta, bir adým daha ileri gidersem, verimsiz bir ders yükünü arttýrarak, çocuklarýn beyinsel geliþimini daha da sakatlama üzerinden, sonuçlarý daha da kötüleþtirmek gibi bir sonuca dahi gelebiliriz kanýsýndayým.
Aklýma gelen ilk örnek, eski sistemde, ilkokul sonrasý bir genel lisede, ortaokul artý lise, altý senelik süreçte bir çocuðun yaklaþýk bin saat ingilizce okuduðu ama bu bin saat sonrasý, býrakýn, kitap, dergi okuyabilmeyi, sokakta adres sorabilecek bir ingilizce düzeyine dahi gelinememesi; oysa, bin saat bir dili iyi öðrenmek için yeterli.
Bu mesele bir kantitatif mesele olmaktan ziyade, aðýrlýklý olarak bir kalitatif mesele ve ingilizce dýþýnda matematik, fizik, türkçe gibi temel dersler için de geçerli.
“Ders saati baþý verimlilik” meselesinin kökeninde çok sayýda faktör bulunabilir; okul öncesi eðitimin, son senelerdeki baþarýlý yükseliþe raðmen, hala yüzde elliyi aþamamýþ olmasý muhtemelen en belirleyici neden.
Öðretmen yetiþtirme tercihlerimiz, öðretmenlerde mesleki formasyon yerine ideolojik tercihlerin senelerce ön plana çýkarýlmýþ olmasý, kamu kesimi ücret politikalarý vs.çok önemli ama meselenin gerçek nedenlerinin kapsamlý bir analize konu olmasý þart.
Her alanda olduðu gibi, eðitimde de verimlilik meselesini sistemin merkezine koymamýz þart.
twitter.com/KarakasEser