Faik Tanrıkulu
Faik Tanrıkulu
Tüm Yazıları

Milli Muharip Uçağımız ''KAAN'' Türkiye için ne anlama geliyor?

Geçtiğimiz hafta milli muharip 5.nesil savaş uçağımızın başarılı uçuş testi hepimizi gururlandırdı. Tarihin farklı dönemlerindeki teknolojik gelişmeler, yeni dönemlerin habercisi olmuş ve bu yenilikleri getiren ülkeler, ekonomik kazançların yanı sıra siyasi ve askeri üstünlükler de elde etmiştir. İkinci Dünya Savaşı, hava gücünün önemini ve deniz ile kara güçlerini nasıl etkileyebileceğini açıkça ortaya koymuştur. Bu dönemde, hava gücü, savaşın seyrini değiştirebilecek stratejik bir avantaj olarak ön plana çıkmıştı.

Salgın sonrası dönemde yaşanan uluslararası gelişmeler, özellikle Rusya'nın Ukrayna'ya müdahalesi ve İsrail'in Gazze'yi işgali, Avrupa ülkelerini savunma harcamalarını artırmaya itmiştir. McKinsey'e göre, Avrupa'da savunma harcamalarının 2026'ya kadar önemli ölçüde artması bekleniyor. Hali hazırda AB'sindeki askeri harcamalar 240 milyar Euro'ya gibi rekor seviyeye ulaştı. NATO üyesi ülkeler ve diğer birçok devlet, gelişen güvenlik tehditlerine karşı daha dirençli bir savunma kapasitesi inşa etmeye çalışıyor.

Böyle bir iklimde Türkiye'nin güvenlik politikaları, NATO ile olan iş birliğinin yanı sıra, uzun yıllardır süregelen milli savunma yatırımların ne kadar hayati olduğunu gösterdi.

KAAN projesi, Türkiye'nin savunma sanayisindeki bu bağımsızlık ve yerlileşme çabalarının önemli parçası. Türkiye'nin beşinci nesil savaş uçağı geliştirme projesi olan KAAN'ın ilk test uçuşunun başarılı bir şekilde gerçekleşmesi, Türkiye'nin savunma teknolojileri alanında kaydettiği ilerlemeyi gösteriyor.

Bir Tehdit Unsuru Olarak Askeri Ambargolar

İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Türkiye'nin savunma sanayisi, Marshall Planı ve Truman Doktrini gibi ABD destekli yardımlarla gelişti ancak bu durum savunma sanayisini ABD'ye yarı bağımlı hale getirmişti. Cumhuriyet döneminde açılan yerli savunma fabrikalarının verimsiz bulunması ve daha sonra kapatılması, Türkiye'nin savunma ihtiyaçlarını yurtdışından karşılamasına yol açtı. Türkiye'nin NATO'ya üyeliğiyle birlikte, savunma ihtiyaçlarının büyük bir kısmı ittifak mekanizmaları üzerinden sağlandı, bu da yerli savunma sanayisinin gelişimini yavaşlatmıştı.

ABD Başkanı Johnson'un 1964'te İsmet İnönü'ye gönderdiği hakaret dolu sert mektubu ve 1974 Kıbrıs Harekâtı sonrasındaki ambargolar, Türkiye'yi alternatif savunma çözümleri aramaya itti.

Türkiye 2000'li yıllara gelindiğinde müttefik kabul edilen ülkeler tarafından tekrar hayal kırıklığı yaşadı. Türkiye 2008 ve 2009 yılında insansız hava araçları için iki ayrı talep mektubu göndermesine rağmen, ABD Kongresinden olumlu dönüş alamadı. Bunda Türkiye'nin Suriye politikalarında farklı düşünüyor olması neden olarak gösterildi. Buna bağlı olarak Washington Ankara'nın talep ettiği dört ayrı silah sistemi için satış izni vermedi.

2020 yılında ise ABD, Türkiye'nin Rusya'dan S-400 hava savunma sistemleri alması nedeniyle, CAATSA kapsamında bazı yaptırımlar uyguladı. Bu yaptırımlar, Türkiye'nin Savunma Sanayii Başkanlığının (SSB), ABD'den ihracat lisansı engellendi ve uluslararası finans kuruluşlarından kredi verilmedi. SSB Başkanı ve diğer yetkililerin ABD'deki mal varlıkları donduruldu, ABD'ye girişleri yasaklandı, döviz üzerinden işlem yapmaları ve mali kurumlar arasında ödeme veya kredi transferleri kısıtlandı. ABD, Türkiye'ye F-35 savaş uçağı programından çıkardı ve Türkiye'nin F-35'lerle ilgili tüm faaliyetlerini durdurdu.

Kıbrıs Harekâtı sonrasındaki ambargolar, Johnson Mektubu, CAATSA yaptırımları ve F-35 programından çıkarma gibi olaylar, Türkiye'nin müttefik ilişkilerindeki riskleri ve dışa bağımlı savunma politikalarının tehlikelerini bir kez daha ortaya koydu. İthal edilen savunma araçlarının siyasi baskı aracı olarak kullanılması, Türkiye'yi derin bir hayal kırıklığına sürükledi ve bağımsız savunma yolunda yeni arayışlara itti. Bu durum, Ankara'nın dışa bağımlılıktan uzaklaşma ve kendi savunma kabiliyetlerini geliştirme kararlılığını pekiştirdi.

5'inci nesil savaş uçağımız KAAN, Türkiye'nin savunma sanayiinde bir dönüm noktasını temsil ediyor; sadece milli ve özgün bir araç olmanın ötesinde, ülkenin yüksek potansiyeline ve inovasyon kapasitesine olan inancın somut bir kanıtıdır. Bu başarı hikâyesi, karşılaşılan engellere rağmen azimle ve yenilikçi yaklaşımlarla neler başarılabileceğinin bir göstergesi olarak öne çıkıyor. KAAN projesi, Türkiye'nin savunma alanında dışa bağımlılığını azaltma ve kendi teknolojilerini geliştirme yolundaki kararlı adımlarının bir yansıması olarak, ulusal gurur kaynağı haline gelmiştir.