Baþbakan Erdoðan’ýn “Mýsýr darbesinin arkasýnda Ýsrail var” sözü, epey ses getirdi. Beyaz Saray bile, adeti olduðu üzere, Ýsrail’in “avukatlýðýný” yaparak bu iddiaya karþýlýk verdi.
Peki Baþbakan haksýz mýydý? Mýsýr darbesinin “Ýsrail baðlantýsý” yok mu hakikaten?
Bence var. Ancak bunun kanýtý, Fransýz aydýn Bernard-Henri Lévy’nin 2011 yýlýndaki bir panelde “Ýhvan’a karþý orduyu desteklerim” demesi deðildir açýkçasý. Bu, ancak, “seçilmiþ Ýslamcýlar”a karþý otoriter laik güçleri yeðleyen bildik “Oryantalist” zihniyetin bir ifadesi sayýlabilir. Lévy’nin Yahudi kimliðinin de konuyla alâkasý yoktur; çünkü söz konusu Oryantalist zihiniyeti paylaþan Yahudiler olduðu gibi ona karþý çýkan Yahudiler de vardýr.
Buna karþýn, Mýsýr darbesinin bir “Ýsrail baðlantýsý” olduðuna dair son günlerde Batý basýnýnda bile ayyuka çýkan bilgiler var ki, Sayýn Baþbakan’ýn danýþmanlarý bunlara dayalý bir metin hazýrlasalar daha ikna edici bir tez ortaya konabilirdi.
Tel Aviv ve Riyad
Örneðin, New York Times, 18 Aðustos tarihli ve “Ýsrail, Müttefiklerin Stratejisini Þekillendirme Çabasýna Hýz Verdi” baþlýklý haberde þöyle yazýyordu:
“Üst düzey bir Ýsrailli yetkiliye göre, Ýsrail, Ýslamcý gösterileri kanlý þekilde bastýrmasýna raðmen Mýsýr’daki darbeye destek verilmesi için ABD ve Avrupa’daki diplomatik kampanyasýný bu hafta hýzlandýracak.”
Yani, darbenin iyice vahþileþmesi üzerine Batý’da tepki veya tereddüt oluþmuþtu, ama Ýsrail, “olsun, olsun, yine de Sisi desteklenmeli” diye bastýrýyordu.
Benzer bir bilgi, Amerikan Foreign Policy dergisindeki John Hudson imzalý ve 19 Aðustos tarihli bir yazýda da aktarýldý: “Mýsýr’ýn Muktedirleri Washington’da Yeni Bir Dost Buldu: Ýsrail lobisi.” Buna göre, Ýsrail saðýnýn ABD baþkentindeki güçlü kolu olan AIPAC, Mýsýr’a yapýlan Amerikan yardýmý kesilmesin diye harýl harýl lobi yapýyordu.
Daha birçok kaynak, Ýsrail yönetiminin “ya ordu, ya anarþi” diyerek darbeyi desteklediðini yazdý son bir kaç haftada.
Kuþkusuz bu bilgiler, Ýsrail’in darbeyi “organize ettiðini” ispatlamaz. Ama onun Batý içindeki en ateþli destekçisi olduðunu ispatlar.
Ancak darbenin Doðu içinde de çok ateþli destekçileri vardýr tabii; Suudi Arabistan gibi. Bir baþka deyiþle, Tel Aviv ne kadar “darbenin arkasýnda” ise Riyad da o kadar arkasýndadýr.
Peki niçin?
Ýslam ve demokrasi
Bizde yaygýn olan yaklaþým, Suudi Arabistan gibi Müslüman kimlikli güçleri “piyon” addetmektir. Yani, kökü tamamen dýþarýda olan bir “þer odaðý” seçmek, tüm yerel sorunlarý da bu odaðýn senaryolarýna ve satýn aldýðý “hain”lere baðlamaktýr.
Çoðu kez kanýtlardan ziyade komplo teorisyeni muhayyileye dayanan bu yaklaþýmýn en büyük zararý ise yerel sorunlarý analiz edilemez ve dolayýsýyla çözülemez kýlmasýdýr. (Halbuki, çözebileceðimiz sorunlar, kendi medeniyetimiz içindekilerdir; öteki taraftakileri ne kadar tel’in etsek de etkileyemeyiz.)
Velhasýl, bence yapýlmasý gereken, farklý aktörleri tek bir þer odaðýna baðlamak yerine, hepsinin motivasyonlarýný ayrý ayrý analiz etmektir.
Örneðin Ýsrail’in darbeciliði, Ýslamcý hareketleri “nerede görülürse orada ezilmesi gereken” bir düþman saymasýndan geliyor. Özellikle Ýsrail saðýnda çok güçlü bir saplantý bu.
Buna karþýn Suudi Arabistan, Ýslam ile demokrasinin yan yana gelmesinden korkuyor. Ýhvan demek, “sandýk” demek. Sandýk da Suudi rejiminin sonu demek.
Türkiye ise söz konusu Ýslamofobi ile demokrasi-fobinin ötesinde, doðru ilkelerin tarafýnda ve tarihin doðru yanýnda duruyor kanýmca.
Ama bunu yaparken özenli bir dil kullanmasý gerek. Ve, kuþkusuz, kendi demokrasisinin standartlarýný yükseltmesi.