Mýsýr, Suriye ve küresel rekabet

Arap dünyasýndaki halk hareketleri Mýsýr’a uðradýðýnda, ‘Arap Baharý’ adýný almýþtý. Olup bitenler bahar mýdýr, deðil midir aylarca bu tartýþýlmýþtý. Gayet tabi meydanlarda toplanan, otoriter yönetimlerden bunalan, ekonomik olarak çöken ve sonunda kendisini mücadelenin ortasýnda bulan insanlar, eylemlerine isim takma gereði duymamýþlardý.

Mübarek rejimini sonlandýran süreç, hemen tüm dünyada þaþkýnlýk yaratan bir þekilde geliþmiþti. Tahrir’de toplanan insanlar, çatýþmasýz bir direniþ baþlatmýþlar, farklý kesimler yan yana kurduklarý çadýrlarýnda bir direniþ baþlatmýþlardý. Benzer geliþmeler örneðin Romanya’da yaþandýðýnda, kimsenin aklýna ‘Avrupa baharý’ demek gelmemiþ; bu süreç Avrupa’da yaþanýyorsa mutlaka devrimdir denmiþti.

Benzer durum Polonya’da da yaþanmýþtý. Direniþin lideri Leh Walesa, yeni rejim kurulunca cumhurbaþkaný seçilmiþ, dünya onu muhatap almýþ, ancak onun döneminde Polonya ne hemen demokrasiye geçmiþ ne de istikrar kazanmýþtý. Kimsenin aklýna ordunun duruma el koymasý gelmemiþ, bir süre sonra yapýlan seçimlerde Walesa kaybetmiþti.

Yeniden paylaþým

Mýsýr’da Mursi’nin cumhurbaþkaný olarak tüm dünya tarafýndan muhatap alýnmadýðýný öncelikle belirtmek gerekiyor. Þüpheli yaklaþýmýn en temel nedeni, Ýslami yaklaþýmý olan yeni Mýsýr ile eski stratejik iliþkilerin sürüp süremeyeceði konusu oldu. Yani Mursi’den hem Ýslami kesimlerin radikal siyasete yönelmemelerini saðlamasý, hem Gazze konusunda Ýsrail politikasýný desteklemesi, hem Kýptileri ve diðer tüm kesimleri ayný anda hoþnut etmesi, hem de ABD ile stratejik ortaklýðý geliþtirmesi beklendi. Neredeyse imkansýz istendi.

Aslýnda Mursi en makbul kiþi olarak görülmüyordu, Baradey gibi bildik, tanýdýk biri vardý; o seçilsin diye çok uðraþýldý; ama halk onu seçmedi.

Anlaþýldýðý kadarýyla ‘Batý’ Mursi’ye bir süre tanýmýþ. Bu arada Suriye’deki geliþmeler de beklenmiþ. Rusya ve Ýran Suriye’den elini çekmeyince ‘Arap Baharý’nýn da sonlandýrýlmasýna karar verilmiþ. Libya’ya yapýlan uluslararasý askeri müdahalenin devamý olarak Mýsýr’da ulusal askeri müdahale öngörülmüþ. Böylece Libya, Mýsýr ve Suriye’de ordunun iktidardaki varlýðýnýn yeniden tesis edildiði söylenebilir. Bu durumda Libya’nýn Avrupa, Mýsýr’ýn ABD, Suriye’nin de Rusya yanýnda konumlanmasýna uðraþýldýðý söylenebilir.

Eski Rejime dönüþ mü?

Söz konusu tablo, bir anlamda eski rejime geri dönmek demek. Hal böyle olunca Mýsýr’da olanlara ‘darbe’ dememekte ýsrarlý kesimlerin süreci normale dönmek olarak gördükleri anlaþýlýyor.

Ayrýca, geliþmiþ demokrasilerin dünyadaki tüm darbeleri kýnayacaklarý yönünde bir beklentiye girmek de yanlýþ olur. Zira mesele ‘çýkar’ ise insanlarýn talepleri teferruat olabilir.

Beðensek de beðenmesek de, Ortadoðu’da eski dengelerin yeniden kurulmasý konusunda büyük güçlerin büyük bir çaba içinde olduklarý ve bunun da rekabeti giderek keskinleþtirdiðini söylemek gerekiyor. Bu güçlerin rekabeti zamana yayarak ülkelerin kendi mecralarýnda yol almalarýný bekleyemeyecek kadar sýkýþtýklarý de anlaþýlýyor. Gözler Uzakdoðu’da olduðundan, Ortadoðu’daki kilit ülkelerin iç sorunlarýný kendilerinin çözmesini beklenmeyecek; öyle ya da böyle müdahale edilecek. Kimbilir belki Mýsýr’da iç savaþ yaþanýrsa oraya da bir dýþ müdahale yapýlabilecek.

Türkiye bu ülkelerle karþýlaþtýrýlamaz; dolayýsýyla benzetim yapmaya kalkmak, kendine vazife çýkarmaya çalýþanlarýn iþi olur. Ancak kabul etmek gerekir ki Türkiye’yi uluslararasý alanda daha zor görevler bekliyor, sertleþen ortamda dengeleri kuracak neredeyse tek oyuncu olarak kaldý. Bu da Doðu-Batý buluþma noktasý olma siyasetini güçlendirmeyi gerektirir.