Mısır, Türkiye ve gelecek

Tablo çok da karmaşık değil aslında. Mısır’daki katliamla ilgili üç tavır var. İlki Türkiye’nin gösterdiği net ve kararlı duruş. İkincisi, günü kurtarmak kabilinden yapılan zoraki açıklama ve kınamalar. Üçüncüsü, bulunduğu stratejik konum itibarıyla katliama doğrudan destek veren ülke ve güç merkezleri.

İkinci ile üçüncü arasındaki fark göründüğü kadar fazla değil aslında. Biri diğerine bu konuda sessizce alan açıyor ve bir anlamda kendi istediğini başkası üzerinden gerçekleştiriyor. Suriye konusunda ABD ve Rusya arasında böyle bir paslaşma var sözgelimi. Washington, Soğuk Savaş dönemini hatırlatan bir duruşla, Şam’daki iktidar değişimini Moskova’nın kontrolünde götürmeyi tercih ediyor.

Mısır’da ordu kendi halkını katletti. Gerçek bu kadar açık. Ancak bu kadar açık olanın, ısrarla ve inatla dile getirilmemesinin elbette bölgesel ve küresel ölçekte nedenleri  var. Sırayla bakalım.

Bir: Mısır’da muhtemel bir İhvan ve Mursi başarısı, sadece İhvan adı altında örgütlenen siyasi hareketlerin değil, aynı zamanda benzeri tondaki pek çok yapının da önünü açacaktı. O nedenle bu akımın ana gövdesi acımasızca boğulmak veya istenilen kıvamda dönüştürülmek isteniyor.

İki: İhvan Mısır’da muktedir olabilseydi, geçtiğimiz iki asır boyunca Kraliyet’in inşa ettiği bir yapı ciddi ölçüde yara alacaktı. Ne tuhaf değil mi, yaşanan bunca hadisede Britanya’nın adı dahi geçmiyor!

Üç: Mısır’ın İslam dünyasındaki merkezi konumu, özellikle de Muhammed Mursi ile birlikte aktif hale gelen Ankara-Kahire hattı, neresinden bakarsanız bakın ürkütücüdür. Bunun her iki ülkedeki değişime katkısı bir yana, İslam coğrafyasında nelerin önünü açabileceği birilerini fena halde korkuttu.

Dört: Ankara-Kahire hattı, öncelikle iki temel sorun üzerinde belirleyici rol oynamaya adaydı, hala da öyle. Suriye ve elbette çok daha kronik hale gelen Filistin. Bunun Fas’tan Endonezya’ya kadar nasıl bir rüzgar estireceği de malum. Mursi iktidarının ilk günlerinde Mısır, Türkiye’nin yerini alıyor diyenler, esasen tam da bu işbirliğinden rahatsız olanlardı, unutmayalım.

Beş: Mısır’daki darbe ve peşpeşe gelen katliamlarla eş zamanlı olarak, Filistin’le ilgili barış görüşmelerinin hızlandırılması, Mahmud Abbas ve El Fetih merkezli bir masanın kurularak Hamas’ın dışlanması, yeni yerleşim bölgelerine onay verilerek İsrail’in kucağında bir müzakere başlatılması tesadüf müdür? Ne dersiniz dış politikanın gedikli, Gezici ve nihayet soğukkanlı ‘temizlik’ yazarı!

Altı: Mısır’ın sadece Gazze kapıları değil, Hamas’ı içine alan tüm barış girişimlerinin de önü kapatılmaktadır. Buradan ‘Hamas olmadan barış mümkün değil’ diyen tüm aklı başında ülke ve güçlere de bir mesaj vardır. En başta da Türkiye’ye.

Yedi: Tahran yönetimi, Suriye’yi ve de nükleer programını korumak adına Rusya ile girdiği ittifakın, Kahire konusunda nasıl bir çıkmaz sokağa girdiğini görebilecek mi? Katliama verdiği tepkilere değil, bundan sonraki duruşuna bakalım. Ama hiç sanmıyorum.

Sekiz: Türkiye’nin Mısır konusundaki politikası, Lübnan’da yaşadıkları, neresinden bakarsanız bakın bir bölgesel güç duruşudur. Aksini savunanların tezleri ‘Bu işlere karışmayalım’ın ötesine geçememiştir henüz.

Dokuz: Kuşkusuz Suriye’de iki yüzlü davrananlar, Kahire’yi kana bulayanlar, Hamas’ı yok sayıp El Fetih’i merkeze alanlar, aynı zamanda Ankara’dan rahatsız olanlardır. Ankara’sız bir barışın olamayacağını hep birlikte göreceğiz.

On: Güçlü Türkiye, siyasi iktidarıyla, dengeleriyle, sivil toplum örgütleriyle, ordusuyla ve ekonomisiyle güçlü olan; aynı zamanda sistem içinde herkesin yerini ve haddini bildiği Türkiye olacaktır. Gerisi boş laf.