Mýsýr ve Suriye’nin kaderi çoðu zaman birbirine bitiþiktir. Hatta iki ülke bir zamanlar tek devletti. Suriye topraklarýnýn uzak geçmiþte Firavunlar çaðý Mýsýr’ýna ait olmasýndan bahsetmiyorum. Yirminci yüzyýlýn ikinci yarýsýndaki bir geliþmeden söz ediyorum.
1958’de iki ülkenin ve giderek bütün Araplarýn birleþmesine yönelik ilk adým atýlmýþ ve “Birleþik Arap Cumhuriyeti”nin kurulduðu ilan edilmiþti. Daha üçüncü yýlýnda sona eren bu giriþim esas olarak Arap milliyetçiliðinin gücünü göstermesi bakýmýndan önem taþýyordu.
Ýkinci Dünya Savaþý sonrasýnda yaþanan post-kolonyal dönemin coþkusu Arap milliyetçiliðini güçlendirmiþti. Sömürge olmaktan kurtulup baðýmsýzlýðýna kavuþan ülkelerin çoðunda Batý karþýtý ama modernist yönetimler iþ baþýna gelmiþti. Bunlarýn yine çoðu yeni bir siyasal-sosyal modele, yani Arap sosyalizmine yönelmiþlerdi.
Arap sosyalizmi otoriter ve jakoben bir yönetim altýnda devlet eliyle ekonomik kalkýnmayý ve toplumsal geliþmeyi öngörüyordu. Zaten bu ülkelerde ne ordu mensuplarý dýþýnda doðru düzgün eðitimli bir zümre ne de ticaret ve zanaat sýnýfý mevcut olmadýðýndan bundan baþka seçenekleri de yoktu.
Bu modelin cumhuriyetin ilk dönemindeki “Türkiye modeli” ile benzerliði aþikâr... Batý emperyalizmine karþý baðýmsýzlýðýný kazandýktan sonra toplumu batýlýlaþtýrmaya ve seküler bir milli kimlik inþa etmeye çalýþan anlayýþ ilham kaynaðý olmuþtu Arap dünyasýnýn seçkinlerine. Bundan bir süre sonra ise demokrasiyle Ýslam kimliðini baðdaþtýrabilen, bölgesinde baðýmsýz politikalar uygularken batý dünyasýyla da iyi geçinebilen yeni Türkiye modeli Arap Baharýna ilham veren kaynaklardan biri olacaktý.
Arap Baharýnýn doðuþunda esas itibarýyla eski rejimlerin baskýcý yapýsýndan, devlet aygýtýnýn çürümesinden þikâyetçi geniþ halk kesimlerinin baþkaldýrýsý etkili olmuþtu ama halk hareketlerinin gövdesini Ýhvan-ý Müslimin cemaati teþkil ediyordu. Arap dünyasýndaki en örgütlü yapý...
Dolayýsýyla Arap dünyasýnýn kalbi sayýlan Mýsýr’daki tecrübenin baþarýlý olma ihtimali hem bölgedeki bazý rejimler için hem de topyekûn bölge düzeni için ciddi bir tehlikeydi. Dolayýsýyla Mýsýr’daki askeri darbenin arkasýnda baþta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez monarþilerinin yer almasý boþuna deðil.
Ayný þekilde Ýhvan’ýn hem din anlayýþýný hem de politik çizgisini tasvip etmeyen bazý Ýslami cemaatler arasýnda bilhassa ülkede çok etkili durumdaki Selefi gruplarýn de darbeye destek vermeleri dikkat çekici.
Yeri gelmiþken bir kere daha hatýrlatalým ki Ýhvan muhalifleri arasýnda kendilerine liberal denilen seküler gruplarýn sesinin çok çýkmasýna bakýp þimdiki askeri cuntayý bizdeki 28 Þubat benzeri Ýslam karþýtý bir hareket olarak görmek yanýltýcý olur. Dolayýsýyla Mýsýrdaki mücadeleyi “Ýslam-küfür mücadelesi” gibi deðil, bir demokrasi ve haysiyet kavgasý olarak görmek daha doðru.
Oylarýyla seçtikleri kadrolarýn silah zoruyla devrilmesine umulmadýk þiddette tepki gösteren Mýsýr halký askeri darbeye karþý benzersiz bir sivil direniþle cevap verdi. Darbe yönetiminin kan donduran katliamlarý bu insanlarý davalarýndan döndürmeye yetmedi. Ama askeri darbeye muhatap olan siyasi kadrolarýn -belki de tecrübe eksikleri yüzünden- baþlarýna gelen belaya çözüm bulmak için siyasi yöntemleri ve diplomatik kanallarý yeterince kullanabildiðini söylemek zor.
Mýsýr’da halkýn seçtiði kadronun silah zoruyla devrilmesine en þiddetli tepkiyi gösteren Türkiye’nin de bundan sonraki aþamada geçmiþteki tecrübeleri ve konunun bütün taraflarýyla iliþki kurabilme imkânýyla siyasi ve diplomatik giriþimleri devreye sokmasýný beklemek gerekir.
Özellikle soðuk savaþ yýllarýnda Ortadoðu siyasetini analiz edenler “Bu bölgede Suriye’siz savaþ olmaz, Mýsýr’sýz barýþ olmaz” derlerdi. Umalým ki Mýsýr’da bulunacak çözüm ayný zamanda bölgenin tamamýnda yeni bir barýþ düzeninin doðuþuna da vesile olsun.