Mısır ve Türkiye için yalnızlaşma mı?

Ramazan-ı Şerif hepimiz için hidayete ve kurtuluşa vesile olsun inşallah. Buruk bir sevinçle dayandık Rahmet Ayının kapısına.

DoğuTürkistan’dan gelen vahim şiddet haberleriyle sarsıldık. Çin, bir yandan soykırım vahşetine imza atarken, diğer yandan Uygur Türklerine uyguladığı asimilasyonu “oruç yasağı”na kadar vardırdı. Uluslar arası yargı gücünün işlemediği geniş bir alacakaranlık kuşağı var. Göz göre göre hiçleştirilen toplumların akıbetine baktıkça “Birleşmiş Milletler ne işe yarıyor” diye soruyor insanlık...

Avrupa’da ise islamfobia rüzgarı hız kesmeden eserken, bundan sadece Asya ve Afrika göçmenleri müteessir olmuyor. İhtiyar Avrupa’nın evrensel değer olarak ortaya koyduğu insan hakları, hürriyetler ve hümanizm söylemi ciddi itibar kaybediyor. Aydınlanmadan bu yana nice ağır bedellerle gelinen vadide, tüm bu evrensellik kodlarıyla namlı değerler skalasının yitirdiği inandırıcılık giderek “demokrasinin yetersizliği” anlamına evriliyor. Almanya’da Reutlingen’de yakılan evden 9’u çocuk olmak üzere 17 vatandaşımız son anda kurtarıldı. Her fırsatta Türkiye’ye demokrasi dersi vermekten kendini alıkoyamayan Merkel, mahkemelerinde yargılanmakta olan Neo-Nazilere yönelik himayakar tavrını sürdürüyor. Ünlü ceza Avukatı Üstad Verges’nin savunduğu Fas’lı bahçevan Ömer Raddad davası, engellenen DNA araştırmasıyla Fransa adına apaçık bir “yabancı düşmanlığı” lekesi olarak yeniden gündemde. Kara Avrupası’nı neredeyse tamamiyle elegeçirmiş bu tür adli hatalar, sadece hukuk güvenliği adına değil Avrupa siyaseti adına da tehlikeli bir içe kapanmayı, pervasız bir çifte standardı işaret ediyor...

***

Suriye’de oluk oluk akan kan, dünya kamuoyunun “görünmezleştirdiği” bir vakıaya dönüşürken, Mısır’da halk oyuyla seçilmiş ilk hükümet, darbe sonucu feshedildi.

Tüm bu çerçevede hızla kotarılan güya “iyilikseverci” bir yorumsa dikkat çekici: Türkiye ve Mısır’ın seçilmiş iktidarlarınca yürütülen siyasetlerin bu iki ülkeyi hem bölgelerinde hem de dünyada yalnızlaştırdığına dair... Daniel Pipes üzerinden gelen politik Ortadoğu yorumlarına, Taksim olayları bağlamında popüler katkısıyla eşlik eden Zizek bile benzeri mırıltıları taşıyor.  

Türkiye ve Mısır, her ne kadar birebir eşleştirilemezse de Kemalizm ve Nasırizm’in kendi ülkelerinde ikame ettikleri sert uluslaştırma projelerinden sonra bugün gelinen eşikte; rijit laiklik algısı yanısıra dayatılan antidemokratik şablonların kırılmasıyla gündemdeler. Her iki ülke de bunu daha çok demokrasi ve daha çok insan hakları gibi modern bir söyleme yasladığı halde, seçimleri kazanan partilerin ve bu partilere oy vermiş profilin büyük çoğunluğunun “mütedeyyin” kesimlerden oluşu, Batı’yı tedirgin eden durumlardan. Hal böyle olunca Avrupa siyasetleri açısından hem Mısır hem Türkiye, demokratik araçlarla yürüyen siyasetlerine rağmen eski edilgenliklerini bırakıp, kotardıkları etkin yeni işlerlikler ve çizdikleri başarılı profiller açısından dikkatle izleniyorlar...

***

Mısır’ın Doğu Akdeniz üzerindeki stratejik nüfuzu, Filistin ve Gazze’yle olan bağıntısı, dini ve düşünsel manada Arap toplumlarına yaptığı öncülük düşünüldüğünde onun “yalnızlaşması”ndan değil, yükselen bir kreşendoyla “çoğullaşması”ndan söz etmek daha doğrudur.

Batık AB ülkelerine kıyasla Türkiye’nin büyüyen ekonomisi, sosyal politikalar aracılığıyla paylaşılan refah ve toplumsal barış adına atılan önemli adımlar, vesayet sistemiyle gerçekleştirilen mücadele gibi konulardaki “sessiz devrim”ler mi “yalnızlaşma”dır? Türkiye içine kapanmış bir ülke değil, Afrika’dan Arakan’a kadar etkin ve “insancıl” bir diplomasinin kurucu aktörü aynı zamanda...

Tüm bu çerçevede asıl yalnızlaşan, insansızlaşan ihtiyar Avrupadır. Postmodernizmin “ne olsa gider”i artık kimseye yetmiyor. Karnaval botoksu çöktü.