Sanırım artık kimse, CHP Genel Başkanı’na Türk dış politikası vizyonunu anlatmak için çaba harcamıyordur.
Defalarca denendikten sonra, neticeyi değiştirmeyen nafile bir çaba olduğu anlaşılmış olmalı.
Niyeti üzüm yemek değil bağcı dövmek olanlar için sermaye tüketmeye gerek yok nitekim. Sonuçta anlatmak emek ve zaman istiyor. Tüm sermayeyi icraata teksif etmek en doğrusu…
Başkanlık sisteminin avantajları ve önümüzdeki seçimsiz üç yıl çok iyi değerlendirilmeli. Öyle de oluyor.
Meclis etkisizleşecek deniliyordu; tersine şu dönemde icraatı destekleyen yasal altyapının ne kadar işlevsel olduğu anlaşıldı.
Tüm dünya, salgının ekonomiye verdiği ağır tahribatın hasar tespitini bile henüz yapamamışkın Türkiye üçüncü çeyreğe ekonomik büyüme hedefiyle girmeye çalışıyor.
Sağlık alanındaki atılımları zaten söylemeye gerek yok.
Pandemi ile etkin mücadelede en önemli avantajımız, tüm vatandaşları kapsayan güçlü sağlık sistemi ve alt yapısı için 2002’den bu yana yatırım ve iyileştirmelerin aralıksız devam etmiş olmasıydı.
Enerjide, teknoloji alanında ve savunma sanayindeki azim ve gayret, meyvelerini çoktan vermeye başladı.
Bu sayede Türkiye, dış politikasında hiçbir zaman olmadığı kadar kendine güvenli ve güçlü.
Aktif dış politikamız dost düşman tüm muhataplarımızca takdir ya da tenkit edilerek dikkate alınıyor. Fakat ne yazık ki muhalefet hala “Ne işimiz var Libya’da”, “Ortadoğu bataklığı” gibi sabuklamalara devam ediyor.
Le Monde’dan The Economist’e kadar yabancı basın Türkiye’nin Libya’daki varlığının dengeleri Hafter aleyhine nasıl değiştirdiğini haber verirken muhalefet, Türk askerine lejyoner yakıştırması yapıyor, Libya sahasındaki MİT mensuplarının kimliğinin açıklanmasını basın hürriyeti sayarak savunabiliyor.
Bu artık aşina olduğumuz bir vasat. Biz esasa bakalım!
Libya hamlesinin Türkiye’nin bölgesel aktörlüğünde ve milli menfaatlerinde ne kadar önemli olduğunu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın “markaj ifadesi”, son 2 hafta içinde sıklaşan üst düzey Libya trafiği ve Milli Savunma Hulusi Akar’ın kararlı cümleleri yeterince iyi anlatıyor.
Türkiye’nin Suriye’deki varlığından rahatsız olanlar Libya’daki varlığından da çok rahatsız. Ön plandaki aktörler kısmen değişse de büyük resimde hedef ülke en çok da Türkiye.
ABD Suriye’de frene basarak adeta Rusya’yı bölgeye buyur etti. İran ise kendisine açılan saha ile güçlü bir yıpranma hattına çekildi.
Benzeri Libya’da da sahnelenmek istendi. Vaktiyle Kaddafi’ye başkanlık sarayının bahçesine çadır kurduran Fransa, Kaddafi’nin el çubukluğuyla devrilmesini ve en alçak şekilde öldürülmesini sağlayarak Libya’daki tüm dengelerin yerinden oynadığı bir kaos ortamını ateşlemiş oldu.
Türkiye’nin denkleme girdiği her yerde menfaatlerinin sınırlanacağını düşünen ülkeler, BAE gibi taşeron devletleri, PKK, DEAŞ gibi terör örgütlerini ve Sisi gibi varlığını kendilerine borçlu diktatörleri kullanarak Türkiye’yi oyunun dışında bırakmak istiyorlar.
Türkiye ise artık hem askeri hem diplomatik anlamda, “model ülke” diye taltif edildiği dönemlerin çok üzerinde bir kapasite ve akla sahip.
Sert güçle desteklenmeyen “yumuşak güç” söyleminin tehlikeli bir gaz olduğunu da farketmiş durumda. Kendi askeri, istihbari ve siyasi gücüne güvenerek yola çıktığında sahadaki gücünü masada da konuşturabilirsin. Aksi takdirde kazananın asla sen olmayacağın bir oyunun piyonu olarak bulursun kendini.
Türkiye gücü nispetinde risk alıyor ve artık sadece oyun bozmuyor, gerçekçi anlamda oyun kuruyor.