Gün geçmiyor ki ruhumuzu sıkan, vicdanımızı sızlatan, mantığımıza sığmayan, aklımızın almadığı bir olay yaşamayalım.
En son, üç yaşındaki kız çocuğu Müslüme'nin başına gelenlerle bir kere daha yıkıldık.
Müslüme'nin kayıp haberi ve ardından ölüm haberiyle ruhlarımız sıkılmışken ardından yaşanan olaylar akıl ve mantık sınırlarını zorladı.
İnanamadık, inanmak istemedik ama maalesef gerçek...
Bir başka olayda bir baba yeni doğmuş çocuğunu mamasına karınca zehri atarak öldürmek istedi.
Kadınlara yönelik şiddet olaylarında ise son zamanlarda giderek artan bir ivme var.
Güçlü olanın güçsüz olanı ezdiği bir dünyada yaşıyoruz.
Tıpkı 1400 yıl önce yaşanmış cahiliye dönemi gibi...
O zaman da güçlü olan güçsüz olanı ezmekten çekinmiyordu. Önemli olan hak ve hukuk değildi. Güçlüysen her zaman haklıydın. Cahiliye döneminde yaşananlar da akıl, mantık ve vicdan sınırlarını zorluyordu.
Tıpkı Akif'in dediği gibi: "Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!"
Mekke pazarına gelmiş ve ihtiyaçlarını karşılamak isteyen zayıf birisinin malları o zamanın muktedirleri tarafından elinden alınmış, karşılığı da verilmemişti. Hakkına el konulan zayıfın Mekke pazarında feryat etmesi üzerine henüz vicdanı ölmemiş olanlar bir araya gelerek zayıf olanın hakkını güçlüden aldılar. Bu tarz olayların bir daha yaşanmaması için de adına "Hılfu'l Fudûl – Erdem Sözleşmesi" dedikleri bir dernek kurdular.
Bugün de bir Hılfu'l Fudûl hareketine ihtiyacımız var.
Topyekûn bir "İyilik Hareketi" başlatmalıyız.
Bu öyle bir hareket olmalı ki sadece şehirlerle ve sosyal medyayla sınırlı kalmamalı.
Memleketimizin en ücra köşesine kadar gidilmeli.
İnternetin olmadığı, bilgisayarın olmadığı, sosyal medyanın olmadığı yerlere kadar ulaşılmalı.
Sadece Z Kuşağı'na değil hatta X kuşağına bile değil, geçmişte kalan ne kadar kuşak varsa hepsine ulaşmalı.
Uzaktan değil, videoyla değil, televizyonla değil, bizzat muhatabının gözlerinin içine bakacak, yüreğine dokunacak, aklına ve mantığına hitap edecek bir erdemliler hareketine ihtiyacımız var.
Uzman psikolog ve sosyologların hummalı şekilde işin içinde olacağı bir kenetlenmeye ihtiyaç var. Bunun için, 'iyilik terapisi' adı altında organizasyonlar ve çalışmalarla; köşe bucak, sokak ev atlamadan her kapı çalınarak temaslar gerçekleştirilmeli.
Ve bu hareket toplumun bütün kesimlerinden oluşmalı ve bütün kesimlerine ulaşmalı.
Türkü, Kürdü, Sünni'si, Alevi'si, zengini fakiri, okumuşu cahili, ihtiyarı çocuğu, esnafı politikacısı, entelektüeli tahsilsizi...
Hasılı, toplumun bütün kesiminden insanlar bu hareketin içinde ve hedefinde olmalı.
Ve bu hareketin mensupları tamamen gönüllülük esasıyla hareket etmeli. Herhangi bir ücret, çıkar, rant, söz gözetmemeli. Gerekirse kendi cebinden harcamalı ama insana dokunabilmeli.
Bu hareket, atıl kalmış ya da statü amaçlı bir STK çatısı altında akamete uğrama ihtimali yüksek olan bir kuruluşun girişimi olmamalı.
Evet, gönüllülük esas olmalı ama devletin; bireysel ya da toplu bütün çalışmaları, tebaasının iyiliğini ve geleceğini düşünerek, teşvik ve desteklemeden geri durmayacağı bir gönül işi olmalı.
Bugün yaşadığımız en büyük kriz "İnsanlık krizi"dir.
Ekonomik krizler gelir geçer. Şimdiye kadar yaşadığımız ekonomik krizlerin sayısını dahi bilmiyoruz.
Salgın hastalıklar gelir geçer. İnsanoğlunun yaşadığı salgın sayısı bile belli değil.
Ama "insanlık krizi" insan neslinin sonunu getirebilir.
Bu kriz sadece maddi vücudumuzu öldürmüyor, aklımızı, ruhumuzu, vicdanımızı, mantığımızı yok ediyor. İnsan olmaktan çıkıyor birer hayvana dönüşüyoruz.
İnsanlık krizi'nin panzehiri iyilik niyetinde yatıyor.
Sadece kendimizin iyi olması yetmiyor.
Hepimizin iyi olması gerekiyor.
Bana dokunmayan yılan neden bin yıl yaşasın.
Bugün bana dokunmayan yarın daha büyük bir tehlike olarak karşımıza çıkıyor.
Yaşadığımız bu modern cahiliye döneminde iyiliğe de terapiye de ziyadesiyle ihtiyacımız var.
Günümüzün Hılfu'l Fudûl'u olacak iyilik hareketini başlatmanın günü geldi de geçiyor bile.