Modern eğitimcilerin tutarsızlığı

Modern çocuk-merkezli eğitimin fikir babası sayılan Jean-Jacques Rousseau, kendi kızına öğretmen arayan ve Rousseau’dan tavsiye isteyen Würtemberg Prensine 10 Eylül 1763 günü bir mektup yazar. Mektubunda öğretmen seçiminin son derece önemli olduğunu ve kendisinin bu konuda tavsiye verebilecek yeterlikte olduğunu vurgular.

Rousseau’nun Prense sunduğu pedagojik tavsiyeler şunlardır:

1. Öğretmen, öğrenci ile aynı cinsiyette olmalıdır.

2. Öğretmen çok genç olmamalıdır. Ayrıca güzel de olmamalıdır.

3. Bekar bir kadın olmasındansa yaşlı bir dul olması daha iyidir.

4. Hassas duyguları olmamalıdır. Ayrıca, pek zeki olmamalıdır.

5. Her zaman önce kendini düşünmelidir.

6. Çok canlı olmamalı; aksine, ruhsuz ve sıkıcı olmalıdır. Aceleci ya da uçarı bir yapıda asla olmamalıdır.

7. Soğukkanlı ve ilgisiz olmalıdır. Çekici değil soğuk karakterli olmalıdır.

8. Daha önce hiçbir eğitim almamış olmalıdır. Tek bir kelime bile yazmayı ya da okumayı bilmemesi idealdir.

9. Sadakati, vazgeçilmez tek niteliğidir.

Bu maddeleri okuyunca, insan, Rousseau’nun Prensle dalga geçtiğini düşünmekten kendini alamaz. Ancak, Rousseau’nun bu tavsiyelerinin arkasında, Emile adlı ünlü kitabında savunduğu eğitim görüşü yatmakta. Buna göre, eğitim, doğayı izlemeli. Rousseau’ya göre, çocuğun doğası iyidir; bu doğa, medeniyet ve insanlar eliyle bozulmakta.

Bu felsefi arka plan dikkate alındığında Rousseau’nun Prense yazdığı maddelerin, Rousseau’nun felsefesiyle tutarlı olduğu söylenebilir. İlgili okuyucular, söz konusu mektup ve Rousseau’nun eğitim anlayışının kapsamlı bir değerlendirmesi için Alman Katolik eğitimci Winfried Böhm’ün Theory, Practice and the Education of the Person adlı kitabına bakabilirler.

İdeal ve pratik arasındaki uçurum

Rousseau’dan itibaren modern eğitimcilerin en temel noktası, “çocuğun doğası” dedikleri bir ideal fikirden hareket etmeleri. Örneğin, Maria Montessori de, her gün karşımıza çıkan çocuklardan değil, bir takım soyut ve ideal çocuk tanımından hareket etmiştir.

Buradaki sorun, söz konusu eğitimcilerin bir takım ideallerden hareketle tavsiye vermeleri ama bu tavsiyelerin pratikte ne derece gerçekleştirilebilir olduğunu sorgulamamaları. Oysa herhangi bir idealin en iyi testi, elbette ki pratik yani uygulama. Böhm’ün de vurguladığı gibi, modern eğitimcilerde ideal ile pratik arasında tutarsızlık var.

Çocuk-merkezli eğitimin “babası” sayılan Rousseau, kendi gayrı-meşru çocuklarını eğitmemiş, yetimhaneye terk etmiş. Çocuk-merkezli eğitimin “annesi” sayılan Montessori de, gayrı-meşru çocuğu Mario’yu bir köyde saklamış ve eğitmemiş. Dayak karşıtı ve önleyici tedbirlerin savunucusu Giovanni Don Bosco, kendi okulunda pratikte bir sorunla karşılaştığında dayağa başvurmuştur.

Rousseau’nun eğitimciliği, sadece kendi çocukları için değil, başkalarının çocukları için de fiyasko sonuçlar getirmiştir. Lyon’da De Mably ailesinin çocuklarına verdiği özel derslerin başarısızlığı iyi bilinmekte. Rousseau’nun pratikleri başarısız olsa da, fikirleri Batı dünyasını, Batı’nın etkisindeki ülkeleri ve eğitimcileri derinden etkilemiş ve halen etkilemeye devam etmekte.

Bu durum, sizce de ilginç değil mi?

British Council’den yeni bir rapor

British Council’ün “2024’e doğru dünyanın mobil öğrencilerinin geleceği” başlığıyla yayınladığı raporun hesaplamalarına göre, iki yıl önce 3 milyon civarında olan mobil (kendi ülkesi dışında eğitim alan) üniversite öğrenci sayısı, 2024’te 3.8 milyonu bulacak. Bütün dünyada üniversiteye talep artarak devam edecek.

Rapor, 2024’te öğrencilerin en çok tercih edecekleri ülkelerin, halen olduğu gibi, ABD, İngiltere ve Avustralya olmasını öngörüyor. Çin ve Malezya gibi ülkeler ise gittikçe pazar payını artıracak.

Raporda ilginç olan Türkiye’nin öğrenci çeken değil, öğrenci gönderen bir ülke olarak ön plana çıkması.

Son yıllarda Türkiye uluslararası öğrenci sayısını artırıp, yükseköğretimde bir cazibe merkezi olmaya çabalıyor. Bu çabaları sonuç verip, 2024 için yapılan tahminleri boşa çıkarır mı dersiniz?