Molla Kasım’ın temel bilimler aşkı

Molla Kasım böyledir, bir görünür bir kaybolur. En son, neredeyse iki ay önce Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Candeğer Yılmaz’ın beni “Türkiye’de Bilim Politikaları, Temel Bilimlerin Sorunları ve Çözüm Önerileri” başlıklı sempozyumda bir konuşma yapmam için gönderdiği mektup vesilesiyle aramıştı. Soma’daki maden kazasını duyar duymaz yine aradı. Her arayışında beni sîgaya çeken o haşin ses gitmişti, hüzün dolu bir edayla konuşuyordu. “Önce Fatiha okuyalım vefat eden kardeşlerimize” dedi.  Bu sefer belli ki bu yüzden beni hesaba çekmeyecekti, yüreği yanıyordu. “Eskiden böyle ölümler için ağıtlar yakan halk şairleri vardı. Şimdi onlar da yok” dedi. Rahmet diledi. Bir şey daha ilave etti: “Rical-i devleti takdir ettim. Müşfik idiler. Taner Yıldız’a selam söyle. Acıyı yüreğinin tâ derinlerinde hissettiği aşikâr. Onun da ilk günden beri teskin edici ve hakikatleri dile getiren tavrı takdire şayan.”

15 Mayıs’taki sempozyum için gönderilen mektuptan benden önce haberdar olmuş. Bana ne dedi, biliyor musunuz: “Sen beni fen ilimlerinden anlamaz sanırsın. Molla deyince sadece Kuran ve tasavvufla meşgul bilirsin. Hayır, öyle değil. Benim işim Allah’ı aramak. Allah’ı aramak onun hikmetlerine vakıf olmakla mümkün. Bunun için de sizin temel bilimler dediğiniz fen ilimlerine merak sarmak gerekir.” İşte ben Molla’nın bu tarafına şimdiye kadar şahit olmamıştım. Sonra bana sıkı sıkı bir tembihte bulundu: “Sakın ihmal etme, bu toplantıya git, hem bir konuşma yap, hem de orada söylenenlere iyi kulak ver. Bak ben kendime Hoca Kasım diyor muyum, Molla Kasım diyorum, yani ilim tahsiline devam ediyorum. Talebelik bitmez”.

Türkiye’nin siyasi sınırları aynı kalıyor ama ekonomik sınırları büyüyor. Kültürel sınırları alabildiğine genişliyor. Enerji sahasını genişletmeyen bir Türkiye’nin aydınlık bir gelecekten bahsetmesi zor değil mi? Peki ama bugünkü ekonomik yapımızda atılımlar yapmadan nasıl bu büyümeyi devam ettirebiliriz? Şu anda içinde bulunduğumuz orta gelir seviyesinin üstüne nasıl çıkabiliriz?

İster mevcut ekonomik varlık ve imkânlarımızı daha iyi değerlendirmek ister ileri teknoloji ürünlerine sahip olmak için olsun bilimsel yöntemlere muhtacız. Bunun için de temel bilim politikalarımızı çok daha iyi tasarlamak zorundayız. Kısacası Ar-Ge yatırımlarımızı çok iyi organize etmek gibi bir yükümlülüğümüz var. Bu konuda son 10 yılda atılmış adımları sempozyumda herkes takdirle andı.

EÜ Fen Fakültesi Dekanı Prof. Nadide Kazancı’nın dikkat ve özeni toplantının her anını kapsıyordu. Konuşması umut ve kaygının bir arada sunulduğu bir demet çiçek gibiydi.

EBSO temsilcisi İbrahim Gökçüoğlu, sanayicinin aldığı teşvikleri ar-ge için değil ür-ge için kullandığını söyledi.

Türkiye Bilimler Akademisi Başkanı Prof. Ahmet Cevat Acar, ar-ge için milli gelirden ayrılan payın yüzde olarak her yıl artırıldığından tutun da diğer teşviklere kadar bütün iyileştirmeleri saydı. Eksiklerimizi görmezden gelemeyiz diyerek de daha iyi bir ar-ge organizasyonuna ihtiyacımız olduğunu vurguladı.

Bu sempozyuma büyük destek veren EÜ Rektörü Prof. Candeğer Yılmaz, Fen Fakültelerinde bulunan Temel Bilimler Bölümlerini tercih eden öğrenci sayılarındaki azalışa dikkat çekti. Buna bağlı olarak bilimsel alt yapımızın zayıflamasına dair endişelerini dile getirdi.

YÖK sempozyuma duyduğu ilgiyi üç yürütme kurulu üyesinin katılımıyla gösterdi. Prof. Muhittin Şimşek, “fen fakültelerine sınırlama getirilmeli mi” diyerek ortaya attığı soruyla dikkat çekti.  Molla Kasım’ın hatırını kırmak olmazdı, açılışta ben de konuştum. Katma değeri yüksek ürünler kadar katma değeri yüksek bir ülke olmanın da önemli olduğunu vurguladım. Bunun siyaseten ve hukuken öngörülebilir olmakla ilgisine temas ettim. AB standartlarının bu bakımdan önemli olduğuna değindim.

Oturumlar da açılış kadar ilginçti. ODTÜ eski rektörü Prof. Ural Akbulut, rektörlük döneminin sivri söylemini terk etmiş gibiydi. Bilim tarihine çıkardığı yolculuk dikkatle izlendi.

YÖK Başkan Yardımcısı Prof. Yekta Saraç’a göre yükseköğretimdeki temel sorun yönetilmeye dairdir. Üniversitedeki değişimin hangi yönde olması gerektiğine dair zihniyet sorunu da ayrı bir bahistir.

İsmet Berkan’ı pazar yazılarından hatırlıyoruz? Önce bir gözlemini aktardı: ‘2008’den itibaren öğrenci kalitesinin düştüğüne dair bir genel gözlem var. Acaba sebep 8 yıllık mecburi eğitim mi?’ Bilimde ‘up to date değiliz’ yani yenilikleri ve gidişatı izleyemiyoruz derken verdiği örnek de şu: ‘20 yıl sonra carbon bazlı araç kalmayacak. Biz ise şimdi yerli otomobil yapacak yiğit arıyoruz.’  TEPAV’daki çalışmalarıyla bildiğimiz Prof. Necdet Budak, rekabet endeksi, bilimsel performans değerlendirmesi gibi pek çok kriteri gözlerimizin önüne sererek gerçekten çok derli toplu bir sunum yaptı.

CB Abdullah Gül’ün açtığı EÜ ARGEFAR’ın yani ilaç araştırma merkezinin müdürü Prof. Ercüment Karasulu,  bu merkezdeki çalışmaların nereye geldiğini anlattı. Candeğer Hanım buradaki çalışmalardan çıkan bir sonucu da fısıldadı bana. Yakında çörekotu ilaç olarak eczane raflarına yerleşecek dedi.

Sempozyumda son olarak YÖK Yürütme Kurulu üyesi Prof. Durmuş Günay’ı dinledim. Sadece temel bilimleri değil bütün bir yükseköğretim sistemini ele alan çalışması buraya sığmayacak kadar geniş. Ancak sorunun derinlemesine teşhis, mukayese ve öneriler bütününün nasıl bir dikkatle hazırlandığını görmekten duyduğum sevinci de söylemem lazım. Sanırım bu güzel çalışma için ayrı bir yazıya ihtiyaç var.

Molla Kasım bana ne der, bilmiyorum. Ben ona bu işin üstündeyim diyorum.