MOSSAD MİT’in neresinde?

Birazdan okuyacağınız satırlar, 25 ay önce bu köşedeyayımlandı.

Başlık yine aynı:

“MOSSAD MİT’in neresinde?”

Kendime pay çıkarmak için söylemiyorum ama meselenin ne olduğunu, fakir, 25 ay öncesinden öngörmüş.

Madem Hakan Fidan’a yönelik “saldırılar” güncellendi, aynen iktibas ediyorum. Ola ki, İsrail devletinin ısrarla gündemde tuttuğu Hakan Fidan meselesini anlamamızı kolaylaştırır.

Buyrun:

Ehud Barak, MİT Müsteşarı Hakan Fidan için, “İran ajanıdır, tehlikeli bir adamdır, ben uyarmış olayım da...” kabilinden bir açıklama yapmıştı.

Sonra da, “bazı önemli sırlar”dan bahsetmişti.

Barak’a göre bu “bazı önemli sırlar” her an İran’ın eline geçebilirdi.

Hemen tahmin ettiniz:

Barak, örtük cümlelerle, üç ülkenin (Amerika, İsrail ve Türkiye) istihbarat örgütleri arasında vakti zamanında “kurulmuş bulunan” ortaklığa, bu ortaklığın önemine işaret ediyordu.

Bence soru şu olmalı:

Barak’ın bozulmasından korktuğu ortaklık hangi “ortak düşmana” karşı kuruldu?

Daha da netleştirelim:

MOSSAD, MİT’in neresinde?

Benim bu soruya vereceğim cevap kafadan şu olacaktır:

Bilmiyorum...

Bazı eski bildiklerim var ama konunun anlaşılmasına ne kadar katkı sağlar, ondan da emin değilim.

Eski istihbarat elemanlarına sorarsanız, “istihbarat örgütleri arasında her daim bilgi alışverişi vardır” ve esasında bu yadırganmaz. “Dost örgütler”, bazen ortak operasyona da kalkışırlar.

Dost ve müttefik Amerika’nın istihbarat örgütü CIA, uzun yıllar boyunca, JUSMATT’ın faaliyetleri çerçevesinde içimizde çalıştı.

MOSSAD, 12 Mart muhtırasından sonra içimize girmeyi başardı ve 28 Şubat’tan sonra varlığını iyice pekiştirdi.

Bu “iç içeliğin” sorgulandığı dönemler de oldu elbette.

Mesela, Türkiye’deki darbelerin ve vesayet sisteminin, gücünü büyük ölçüde bu iç içelikten aldığı öne sürüldü; siyasi istikrarsızlığın arkasında hep dost istihbarat örgütlerinin parmak izi arandı. Bazı izler de bulundu.

12 Mart ve 12 Eylül dönemindeki faaliyetler kalemini hatırlayalım.

Paul Henze diye biri vardı...

Dillere pelesenk olmuş “Bizim çocuklar işi başardı” muhabbeti vardı.

CIA ajanı Robert Alexander Peck’in Çorum, Maraş ve Amasya’yı da kapsayan ama “istihbarata karşı koyma birimlerimizin” pek ilgisini çekmeyen faaliyetleri vardı.

Bu iç içelik, daha çok hangi ülkeye yontmuştur?

Milli İstihbarat Teşkilatı’mız, ne kadar milli kalabilmiştir?

Bilgi alışverişi temelinde bir ortaklık kurulduysa, acaba “tek yanlı” bir bilgi akışı mı söz konusudur?

Hemen aklıma, Menderes döneminin Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur’un itirafları geliyor: “Bizim milli emniyet teşkilatımız, elde ettiği bilgileri İngiliz ve Amerikan gizli servisleriyle paylaşıyor, karşılığında para alıyor...”

Korur’un tespitleri (itirafları) Milli Emniyet’e çeki düzen verme fikrini doğurmuştu. Örgüt, yeniden organize edildi. 27 Mayıs darbesinden sonra da isim değişikliğine gidildi ve MİT doğmuş oldu.

Örgütün personel ihtiyacını uzun yıllar Genelkurmay Başkanlığı karşıladı.

Kâğıt üzerinde Başbakanlığa bağlıydı ama hep “yarı askeri” bir örgüt gibi çalıştı.

Bazı bilgileri de gizledi, Başbakanlıkla paylaşmadı.

Mesela, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, “MİT, darbe hazırlıklarından bizi haberdar etmedi” diye yakınacaktır. Özal, örgütün cuntalarla ilişkisini kesmek isteyecektir ama başarılı olamayacaktır.

Diyorum ki, MİT, siyaset kurumuna karşı sorumlu olduğunu hatırladığı, dost istihbarat örgütleriyle (örneğin MOSSAD’la) tek yanlı bilgi alışverişine son verdiği, gerçekten de “milli” bir hüviyete bürünmek istediği için mi operasyona maruz kalıyor?

Öyle ya, MİT’in başında kimin bulunduğu İsrail’i niçin ilgilendirsin!