Korkularýn peþimizi býrakmadýðý bir ülkede yaþýyoruz. Önce Irak, ardýndan Suriye üzerinden devam eden hesaplaþmalar, en baþta ‘bölünme’ olmak üzere, var olan korkularýmýzý daha da derinleþtirdi.
Bu endiþeleri besleyen bazý sorunlarýmýz var. Öncelikle tüm geliþmelerde Türkiye’yi edilgen bir konumda görmek, baþka bir ifadeyle herhangi bir tezi olabileceðine ihtimal vermemek. Olup bitenin tamamen bizim aleyhimize kurgulandýðýný düþünmek böyle bir zihin dünyasýnýn ürünü.
Þu sýralarda Türk dýþ politikasýnýn iflas ettiðini ilan edenleri hayret ve bir o kadar da dikkatle izliyorum. Bunlarýn bir bölümü baþýndan itibaren Ankara’nýn bölgesinde ve küresel ölçekte sorunlara ilgi duymasýna karþýydý. O nedenle tutarlýlýk içinde olduklarýný söylemek mümkün.
Ancak dýþ politikanýn çöktüðünü söyleyenlerin bir bölümü, yakýn bir tarihe kadar Türkiye’nin dünyaya gösterdiði aktif ilgiyi destekleyenlerden oluþuyor. Ýþte burasý üzerinde durmaya deðer. Hatta önümüzdeki dönemde kritik eþikleri aþabilmenin yolu buradan geçiyor.
***
Türkiye’de muhafazakarlýk ve bu baþlýk altýna boca edilen siyasi duruþlara itibar edenlerden sayýlmam. Muhafazakarlýk, dindarlýk ve saðcýlýk baþlýklarýnýn kolayca ayný kaba doldurulmasý, entelektüel hayatýmýzýn fukaralýðý kadar, sýðýnmacý yaklaþýmlarýn da sonucu olsa gerek.
Irak’ýn kuzeyinde bir ‘Kürt devleti’ ya da ‘devletimsi’ herhangi bir yapýnýn ortaya çýkmasýný, uzun süre kendi aleyhimizde deðerlendirdik. Az önce tarif ettiðimiz muhafazakar kesimler, deyim yerindeyse bu teze dört elle sarýldýlar. Yine hepsini kolayca ayný torbaya doldurduklarý açýklama yöntemleriyle de tezlerini geniþ kesimlere mal etmeyi baþardýlar.
Bölgede Ýsrail’in varlýðý, Kürtlerle kurduðu yakýn iliþki, yýllar öncesinden Irak’ý üçe bölen haritalarýn ortaya çýkmasý ve tüm bunlar üzerinden hýzla harekete geçiren ‘Ýsrail-Yahudi parmaðý’ tezleri, itirazý güç engeller oluþturdu zihinlerde.
Ýsrail’in ve Yahudilerin bu bölgeye ilgisi, Irak’la, Kürtlerle olan iliþkileri, hesaplarý elbette yeni deðil. Hatta bu ülkeyi ve arkasýndaki gücü, bölgenin en önemli oyun kurucularýndan saymak zorundayýz. Dün de öyleydi, bugün de farklý deðil.
Sorun, Türkiye’yi oyun kurucu olarak görememek. Ýþte bu noktada, az önce bahsettiðim saðcý-muhafazakar zihnin yýllar yýlý yoðurduðu ve toplumun tüm sinir uçlarýna dokunacak kadar yaygýnlaþtýrdýðý tezlerin olumsuz etkisini önemsemek gerekiyor.
Bugün Turgut Özal’ý göklere çýkaran bu kesimin, gerçekte onun ne yaptýðý konusunda en küçük bir fikri olduðunu sanmýyorum. Merhum Özal, Irak baþta olmak üzere hangi alanlarda Türkiye’nin baþýna çorap örüldüðünü gören ender isimlerdendi. Buna karþý oyun kurmayý denedi, ama elindeki araçlar yetersiz ve yanlýþtý. En önemlisi onu destekleyen kesimler baþta olmak üzere pekçoðumuz ne söylediðini anlamýyorduk bile. Buna raðmen ‘oyun kurucu’ olma giriþiminin bedelini hayatýyla ödedi.
Bugün Türkiye’yi Suriye, hatta genelde bölgede olup bitenler üzerinden tehdit altýnda görenlerin endiþeleri elbette ciddiye alýnmalý. Ama Türkiye’nin bu endiþelere boðulup kalmayacak bir ‘stratejik derinliðe’ sahip olduðunu unutmadan.
Yeri gelmiþken, Dýþiþleri Bakaný Ahmet Davutoðlu’nu gerek ‘sýfýr sorun’ politikasý, gerekse ‘Stratejik Derinlik’ çalýþmasý üzerinden eleþtirenlere de deðinelim. Sýfýr sorun politikasý, sorunlarýn yok sayýldýðý bir teze deðil, sorunlar üzerinden týkanan bir süreci geçmiþte býrakýp, yeni kapýlar açmayý öneriyordu.
O öneriler hala en doðru tercih olarak önümüzde duruyor. Bunu anlayabilmek için zihin dünyamýzda örülen, hele de muhafazakarlýk üzerinden iyice kalýnlaþan bazý duvarlarýn yýkýlmasý gerekiyor.