Türkiye “Mahalle’nin Kabadayýsý” deðildir! Geçen yazýmda bu tesbîti -kimbilir kaçýncý kere!- vurgulamýþdým.
Deðildir ama bu, onun silah kullanmayý ve muhârebe sanatýnýn inceliklerini bilmediði anlamýna gelmez.
Ýkisi farklý þeylerdir.
Kasden yâhut hamâkatleri yüzünden hâlâ bunun ne demek olduðunu idrâk edemeyenler için þöyle söyleyelim:
Türkiye birileriyle savaþýp savaþmayacaðýna ve savaþacaksa ne zaman savaþa baþlayacaðýna kendi karar verir.
Eðer direkt bir taarruza uðrarsa o vakit tabii ki derhâl kendini savunmaya baþlar ama hâlen yeryüzünde bunu göze alabilecek, daha doðrusu gerekli görebilecek bir devlet bulunduðunu da sanmýyorum.
Türkiye ile kim, neden savaþa tutuþsun ki?
Böyle bir þeyi isteyenler -farz-ý muhâl- vârolsa dahî çok basit bir mâliyet hesâbý onlarý bu niyetlerinden vazgeçirmeye kâfîdir.
Ayrýca, hazýr açýlmýþken: Bu, TSK’nýn muhârebe gücünü deðil bu kabil hareketlerin bizâtihî fevkalâde pahalý olmasýnýn bir netîcesidir. Ben þahsen TSK’nýn modern bir savaþý yürütecek yeteneklere sâhib olmadýðý kanaatinde olduðumu, gerekçeleriyle eski yazýlarýmda îzâha çalýþmýþdým (Bkz. : Bu Ordu Muhârebe Edemez! Ýki bölümlük incelemem...)
Zâten aklý baþýnda devletler, baþka devletlerle aralarýndaki ihtilâflarý müzâkere, yâni diplomasi yoluyla çözmeyi her zaman tercîh ederler.
O halde þu sýralar Türkiye’yi, güneyindeki gayyâ kuyusuna itme çabalarý nereden ve kimlerden
geliyor?
(Muharrir burada arkasýna yaslanarak yeni bir sigara yakmak üzere masanýn yan tarafýna elini uzatýr. Fakat tam o anda, sigarayý bundan 26 yýl önce býrakdýðýný hatýrlayarak, mahcûbâne hemen geri çeker - elini yâni!)
Yanýlmýyorsam bunun muhtelif sebebleri var:
Türkiye dýþýndaki bâzý çevreler ülkemizin Ortadoðu’da, içinden çýkýlmasý âdetâ imkânsýz bir belâya bulaþarak bütün enerjisini ve ilgisini oraya yöneltmesini ve böylece kendi ellerinin serbest kalmasýný umuyorlar sanýrým. Bunlar, bâzý sýnýrdaþlarýmýz olabileceði gibi daha uzakdaki, hattâ adamakýllý uzaklardaki baþka bâzý ülkeler, yâhut hem onlar hem berikiler olabilir.
Tabii bizim alelâde yurddaþlar olarak bunlarýn hangi ülkeler olduðunu bilmemiz mümkin deðildir.
Ancak tahminler yürütebiliriz.
Öte yandan Türkiye’nin, sýrf AKP Ýktidârý “defolsun” diye, temelinden sarsýlmasýný bile sîneye çekebilecek birtakým “dâhilî bedhahlar”ýn mevcûdiyetini de biliyoruz. Hattâ, sîneye çekmek þöyle dursun, böyle bir gidiþe can atanlardan bahsediyoruz.
Buna muvâzî olarak asýl derdlerinin de Türkiye mürkiye olmadýðýný da ilâveten biliyoruz.
Belki þöyle söylesek daha bile doðru olur:
Bir kýsmýnýn derdi gerçekden sâdece kendi þahsî çýkarlarý iken bir baþka bölümünün derdi prensip olarak yine Türkiye; ama Türkiye’nin canýna okunmasý!
Aralarýnda Kürd ayrýlýkçý hareketinin mensublarý var, daha az güçlü, veyâ bize öyle gözüken, diðer ayrýlýkçý hareketlerin mensublarý var, muhtemelen -böyle durumlarda sýk sýk rastlandýðý üzere- patolojik mâcerâperestler var (bkz.: Cezâyir Baðýmsýzlýk Hareketi, Ýspanya Ýç Savaþý, Yunanistan Ýç Savaþý etc, etc...) velhâsýl var oðlu var...
(Muharrir burada tekrar arkasýna yaslanýr ama bu sefer biraz önceki hatâsýný tekrarlayarak sigarasýna migarasýna uzanmaz. Çünki sigarayý býrakalý þu kadar sene olmuþdur. Bunu da öyle kolay kolay unutmasýna imkân yokdur.)
Baðlayacak olursak, Türkiye’yi bu baðlamda bir bâdirenin içine sokmak pek öyle kolay bir iþ deðildir.
Fakat bunun baþarýlmasý hâlinde hasýmlarýmýzýn elde edebilecekleri kazanç, ödül öylesine göz kamaþtýrýcýdýr ki bu tür bir rizikoyu göze alabilecek politik merkezleri bu durum da kýþkýrtabilir.
En azýndan ülkemizi bir nebze karýþtýrmak, bir iki adým sendeletmek dahî bu devletler için câzib olabilir.
Bu durumda muhtemelen nelere dikkat edilmesi meselesi artýk bir baþka yazýya...