Muhsin Kızılkaya: Sırrı Süreyya’nın süreçteki varlığı hepimiz için bir şans



YAZAR MUHSİN KIZILKAYA İLE NEVRUZA YAKLAŞAN ÇÖZÜM SÜRECİNİ KONUŞTUK


Kızılkaya: Sürece toplumsal destek yüksek. Sırrı Süreyya’nın öne çıkmış olması da önemli. Sırrı Türk bir kere. Marksizm’i de bilir, İslam felsefesini de. Ayrıca şakacı ve muzip. Bütün kanatları kesen bir ismin süreçte aktif olması hepimiz için bir şans.


Çözüm süreci tam gaz ilerliyor. İmralı’dan emanet aldıkları mektupları adreslerine teslim eden BDP’li isimlerden oluşan yeni bir heyetinin bu hafta içinde adaya cevabi mektupları götürmesi bekleniyor. PKK’ya sınır dışına çekilin ve silah bırakın diyen Öcalan’ın çatışmasızlık takvimini 21 Mart’ta yani Nevruz’da açıklaması ise asıl beklenen gelişme. Peki, süreç Nevruzu herkes için bayrama çevirecek şekilde ilerleyebilecek mi? Sızdırılan notlar neye yaradı? Mektupların içeriğinde ne var? Kandil ile Öcalan arasında dile gelmeyen ne? Sürecin ucunda hepimizi bekleyen ne?


Yazar Muhsin Kızılkaya ile konuştuk. Kızılkaya, Öcalan’ın daha sadece iki yıl önce “sussunlar” diye hedef gösterdiği ama iyi ki konuşmaya devam eden Kürt aydınlardan biri. Hakkari Çukurca doğumlu olan, ilkokula gidene kadar Allah’ın Kürtçe dışında dil bilmediğini zanneden Muhsin Kızılkaya’nın ana dili ve sonradan öğrendiği Türkçe’yle kurduğu güçlü ilişki, çok sayıda kitabın konusu olmuş durumda. Artık rüyalarımı bile iki dilde birden görüyorum diyen Kızılkaya’nın çeviriler dışında yayınlanmış altı telif kitabı bulunuyor.


Yeni çözüm süreci, önce Paris cinayetleri ve cenaze törenleri, ardından BDP heyetinin İmralı’da tuttukları notların basına sızdırılması “sınavından” geçti. Süreç işliyor görünüyor ama tartışmaların tonlaması yüksek. Ne dersiniz “kristal” kırılmadıysa da çizilmiş çatlamış olabilir mi?  


Ben bir çatlak görmüyorum, hatta çizik bile görmüyorum. Bir kere inisiyatifi ele alıp sürecin ana yürütücülüğünü omuzlamış olan Başbakan Erdoğan son derece iyi götürüyor işi. Meydanlara çıkıp süreci o kadar basit, o kadar bozuk para edilmiş bir halde anlatıyor ki… En çok öfkeliler bile “valla bu sefer olacak gibi” bir umuda kapılıp destek veriyor kendisine. Öte yandan örgüt cephesinde de benzer bir durum var. Orada da neredeyse “tek seslilik” hakim, herkes İmralı’dan gelecek “talimatlara” uyacaklarını söylüyor. Kuşkusuz “iztemezük” diyenler var, kuşkusuz gidişattan pay kapmak isteyenler var ama şükür ki henüz o sesler, hepimizin ortak sesini bastıracak kadar gür değil. Dolayısıyla Çetin Altan’ın deyimiyle “enseyi karartmayalım” ve “durmak yok, yola devam…”


SIZDIRAN ŞU AN AZAP ÇEKİYOR


Sızdırılan notların elde edilme biçimi, yayınlanması, içeriği, BDP’nin ihmali çok tartışıldı tartışılıyor ama neyi kaçırıyoruz?


Aslında bir şey kaçırdığımız yok. Hepimizin işin magazinel ve polisiye kısmını seviyoruz, insanın fıtratında var, gizli kapaklı olanı öğrenmek ister, ama o görüşme notlarının kimin tarafından sızdırılmış olmasını öğrenmemiz hiç birimize bir şey kazandırmayacak. Şunu biliyoruz ki, bu sızdıran şu anda yeterince “azap” çekiyor, bırakalım kendi “ateşiyle” yansın, kimliği faş edilirse de bu arada iyi olur, bunun dışında bence bu notlarla ilgili gök kubbenin altında söylenmemiş söz kalmadı, daha fazla uzatmanın anlamı yok.


Notların içeriğinde ne var?


Valla, bence Öcalan’a, “burada konuştuklarımızı götürüp bir gazeteye vereceğiz, onlar da üzerine atlayacak, ona göre” diye uyarmış olsalardı, Öcalan söylediklerinin önemli bir kısmını söylemeyecekti. Sonuçta fikirleri birbirine yakın dört kişi bir araya gelmiş, asıl özne diğerlerinin gözünde bir “ikon”, “ikon” olan da bunu biliyor ve ona göre yüksek perdeden konuşuyor, havada isimler uçuşuyor, tayinler, terfiler falan filan… Bence o notların en önemli sözü, “hepimiz özgürleşeceğiz” sözüdür. Evet, barış gelirse hepimiz özgürleşeceğiz! Bunda hemfikiriz zaten.


ÖRGÜT NOTLARLA TELEPATİ YAPTI


Notların yayınlanması ayrıca tartışıldı. Sizin ne düşünüyorsunuz?


Gazetecilik şehvetli bir meslektir. Denizde babaları bile çıksa gazeteciler yer. Bu notları elde edip de yayınlamayacak az yayın yönetmeni vardır sanırım. Ben hepsinden öte, bir de pozitif yönden bakabiliriz diye düşünüyorum. Mesela, bu notlar yayınlanmadan önce özellikle BDP çevresinde belirgin bir moral bozukluğu göze çarpıyordu. “Kerhen” bir destek hissediyordum ben kendi payıma, yeniden “satışa” gelmekte olduklarını düşünenler de vardı sanırım aralarında. Bazıları da nereden çıktı bu “barış”, “ne güzel birbirimizi öldürüyorduk” havasındaydı. Hatta PKK medyasında bu işe alenen karşı çıkan yazılar da yayınlanıyordu. Ta ki bu notlara kadar… Notlar yayınlanınca o taraf rahatladı. En azından Öcalan’ın o zamana kadar ortaya konulan profilinden farklı bir tavır içinde olduklarını hissettiler. Bu tür yapılarda telepatik bir ilişki vardır kanatlar arasında. Bu notlar bu telepatiyi güçlendirdi. Ondan sonra herkes daha yüksek perdeden süreci sahiplenmeye başladı. Demirtaş, “baldıran zehrini içmeye yeltenmiş bir Başbakan’a karşı komplo kurmayız” dedi, dil, yumuşadı. Dolayısıyla notların yayınlanmış olmasının böylesine bir pozitif etkisi de oldu.


RESMİ GÖRÜŞ NOTLARDA DEĞİL MEKTUPTA


Notlar tartışıldı ama asıl önemli olan Öcalan’ın mektuplarının içeriği değil mi?


Kuşkusuz asıl olan o mektuptur. Resmi görüş odur, asıl belge odur. Yani o mektupta Öcalan “devlete barış elimizi uzatacağız, karşılıksız kalırsak, elli bin kişiyle saldıracağız” gibi bir ifade kullanıyorsa o zaman her şey farklı olur. Ama sanmıyorum, orada Öcalan yıllardır kafasında biçimlendirdiği “devrimci halk savaşına” alternatif bir model olarak öngördüğü “Anayasal temelde demokratik ulus çözümü”nü anlatıyor muhtemelen ve bu çözüme ulaşmanın merhalelerini sıralıyor.


ÖBÜR TARAFTA DA BİR GAYRET VAR


Habur ve Oslo tecrübeleri akamete uğramış olsa da sorunu konuşarak çözme aşamasına geçilmesi bakımından önemliydi, dersler alındı, bu defa kesin çözmek niyet ve gayreti gözleniyor, lakin hem yapılan provokasyonlar, hem bunlara verilen tepkiler bakımından tarafların çözüm kabiliyetini nasıl buluyorsunuz?


Herkes ihtiyatlı bir dil kullanıyor. Şimdiye kadar örgütün bütün yayın organları ve yöneticilerin dilinde devletin adı “faşist AKP devleti”ydi, bu kavramı terk etmeye başladılar. Sadece onların gazetelerinde yazı yazan bazı eski Türk solcuları ile bir takım öfkeli, yaşlı sürgün Kürt’ün dışında herkes elinden gelen katkıyı sunmaya çalışıyor.


HA ALİ GİTMİŞ ADAYA HA VELİ


Süreç sürüyor, üçüncü heyetin hafta içinde adaya gitmesi bekleniyor. Ama heyetin kompozisyonu değişecek gibi. Ne dersiniz bu duruma?


Kimin adaya gideceği, heyette kimlerin yer alacağı artık hiç önemli değil. Sonuçta adaya gidenler birer “aracı”, bazı mesajları getirip götürüyorlar. Ha Ali yapmış, ha Veli, hiç fark etmez. Ama bu süre zarfında görüşme notlarını gazeteye veren kişi o heyetten biriyse, onu çıkarıp yerine yeni birini daha koyabilirler.


SIRRI SÜREYYA’NIN VARLIĞI BİR KAZANÇ


İmralı notlarında da, Öcalan’ın o görüşmede kendisine yaptığı atıflar iltifatlarda da, Kandil’deki görüşmede de bariz olarak görünen şu ki, BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in süreçte diğerlerinden farklı bir rolü var. Bu rolün bir önemi, bir mahiyet farkı var mı?


Bir kere Sırrı Süreyya bir Türk... Örgüt içinde kendilerine destek olan Türklerin itibarı çok yüksektir. Her mevkiye gelirler. Ayrıca Sırrı Süreyya meselelere vakıf bir isim. Marksizm’i de biliyor, İslam felsefesini de, din konusunda diğerleri gibi cahil değil mesela, halkı da iyi tanıyor. Ayrıca şakacı ve muzip… Gerçi Öcalan’a pek “şaka” yaptığını sanmıyorum ama espriden anlayana anında yapar şakasını. Böyle bir adamın bu sürecin önemli bir noktasında bulunması şans, çünkü bütün kanatları “kesen” bir isim… Barış sürecinin neşe kaynağı Sırrı Süreyya olsun!


KANDİL YALANCI DURUMA DÜŞMEKTEN KORKUYOR


Adaya giden heyet mektupları adreslere ulaştırdı. Peşpeşe açıklamalar geldi ama daha önde ve önemli olan Kandil tabi. Kandil’in açıklamasında alt anlamlar var mı?


Murat Karayılan'ın son açıklamasının bence tek bir alt anlamı var, o da şu: Diyor ki, biz son iki üç yılda halkımıza ve militanlarımıza kısa bir süre zarfında nihai zafere ulaşacağımızı söylüyorduk ve bu konuda onların önemli bir kısmını da hem inandırdık, hem de ikna ettik. Şimdi önderimiz bize uzun vadede silah bırakmamızı tavsiye ediyor, peki bu durumda biz halkı ve militanları kandıran birer

yalancı konumuna düşmüş olmuyor muyuz? Onun için Öcalan'ın çıkıp yüksek sesle onların daha önce "savaşa" ikna ettiklerini, bizzat kendisinin "barışa" ikna etmesini istiyor. Biraz kendi elleriylekendilerini bağlamışlar gibi, ama bu durum da aşılmayacak bir şey değil.


KANDİL ÖCALAN’I ANLAMIYOR MU? 


Öcalan’ın örgütüne hakim olduğu, ikna gücünün yüksek olacağı anlaşıldı ama hala seziliyor ki örgütün beklentilerinde kaygılarında Öcalan’dan farklılaşan noktalar var. Öcalan da zaten “beni anlamıyorlar” diyor. Nedir buradaki anlaşamama hali?


Anlaşamadıkları nokta şu: Öcalan 1984 yılında “devrimci halk savaşını” başlattı. 1999 yılına kadar önemli birtakım strateji değişiklikleriyle geldiler. 1999’da yakalanınca, komutansız bir ordunun savaşı kazanamayacağını anladı. Onun için daha önce öngördüğü ikinci merhaleyi devreye soktu. O da silahsız çözümdü, bir diğer adıyla “demokratik Cumhuriyet” çözümü… Tezi ilk ortaya attığında kimse bir şey anlamadı. Zamanla üzerine çalıştı, “demokratik konfederalizm”, “ekolojik demokratik toplum”, “demokratik özerklik” ve nihayetinde “demokratik ulus”… Aslında “demokratik ulus” bütün bu merhaleleri kapsayan bir çözüm modelidir. Ulus devlete alternatif olarak geliştirilmiş ve etnisiteyi dışlayan bir modeldir. Bütün etnik, dinsel, ve cinsel farklıklar bir araya gelip “demokratik ulusu” oluştururlar. Beni anlamıyorlar dediği bu tezdir ve çok teferruatlı, karmaşık bir modeldir. Şimdi bu tezi “devrimci halk savaşının” yerine ikame etmeye çalışıyor.


BARIŞ KİMSE İÇİN KAYIP DEĞİL HEPİMİZİN ORTAK KAZANCI


PKK’nın snır dışına çekilmenin 21 Mart’ta açıklanması bekleniyor Öcalan tarafından, yaz aylarında da çekilme. Bu takvimin işleyeceğini düşünüyor musunuz?


Süresiz bir çatışmasızlık çağrısı gelecek sanırım Newroz gününde. Bunu da Diyarbakır’da büyük bir coşkuyla ilan edecekler, barışa da bu yakışır zaten. O tarihten itibaren geri çekilme başlayabilir. Ama ne kadar sürer, yol kazaları olur mu, kimse kestiremez.


Bu bilinmezliğin dışında bir de şu var. PKK sınır dışına çekilecek ve silah bırakacak tamam ama ne karşılığında, sorusu en temel ve üstü örtük soru sanırım?


Eğer “Anayasal temelde demokratik ulus çözüm modelini” Öcalan iyi anlatabilirse, aslında silah bırakmanın karşılığının sınırsız bir demokratikleşme olduğu görülecek. Öcalan’ın bu modeli bütün dertlerimize devadır demiyorum ama tarihin bir döneminde AK Parti’nin getirmek istediği anayasal düzen, bir biçimde Öcalan’ın kafasında oluşturduğu modele yakın durduğu için yolları kesişti. Dolayısıyla, “devrimci halk savaşının” başaramadığını yeni bir “anayasa” başarabilir diyor Öcalan. Aslında Kürtlerin önemli talepleri Anayasadan kaynaklanan taleplerdir. Zaten yasal düzenlemelerle çözülebilecek bazı sorunlar için silahlı mücadelenin anlamsızlığı ortada. Herkes müsterih olsun, kimse kimseye bir şey vermeyecek, barış olursa Kürtler bir şey kazanıp Kürtler bir şey kaybetmeyecekler, hepimiz, bu ülkenin bütün yurttaşları hep beraber bir gelecek kazanacağız.


ORKESTRA ŞEFİ BAŞBAKAN


PKK’nın kaçırdıklarını bu hafta bırakılması bekleniyor. Başbakan “bu bir şova, yani Habur’a dönmesin” dedi. Ne bekliyorsunuz?


Öcalan talimatı vermiş bırakacaklar. Ancak burada sevindirici bir şey var. Daha önce de kaçırdıkları birtakım askerleri serbest bırakmışlardı, o zaman Türk kamuoyunda bir infial oluşmuştu, bırakmayın, öldürün bile diyenler vardı. Şimdi herkes o günkünden farklı yaklaşıyor mesele, Sayın Başbakan’ın bu uyarısı bile başlı başına önemli bir uyarı. Sanırım fazla bir sıkıntı olmadan ailelerine kavuşacaklar.


Başbakan Erdoğan kendi milletvekilleriyle, teşkilatıyla buluşup süreci anlatıyor, zarar vermeyin, halka bunu böyle anlatın diyor. Ama öte yandan da net olarak “konuşmayın” diyor. Başbakan sürecin işleyişi bakımından ne yapıyor, ne yapmak istiyor?  


Başbakan Erdoğan orkestra şefliği yapıyor ve oldukça iyi bir performans koydu ortaya şimdiye kadar. Daha önceki süreçte her kafadan çıkan seslerin nelere yol açtığını görmüş, onun için bu kez yoğurdu üfleyerek yiyor.


CHP KAYBETMENİN TELAŞI İÇİNDE


CHP süreçle ilgili tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu Başbakan’ın yalan söylediğini söylüyor.


CHP’nin tutumu tam evlere şenlik… Başta en azından “köstek” olmayacağını söyledi. Onlara rağmen sürecin ilerlediğini görünce de bu kez “şikayet” için sağa sola başvurmaya başladı. Başbakan Erdoğan’ın kendi destekleri olmazsa, BDP ile Anayasayı referanduma götürebileceğini gördü. Bir sürü şey elinden kaçıyor. Eğer kendi fikrine güvense bunu yapmaz. Çünkü eğer o haklıysa zaten halk AK Parti ile BDP’nin getirdiği anayasaya “hayır” der. Ama bunun böyle olmayacağını da biliyor, onun için telaş içindeler. Bahsettiği “yalan” bu anayasa meselesi olsa gerek…


Kılıçdaroğlu medyaya “12 Martta 12 Eylülde darbeye direndiniz, yine direnin” çağrısı da yaptı?


Hangi medya darbeye direnmiş bilmiyorum. Kılıçdaroğlu’nun seslendiği medyanın darbeler dönemde paşalara dizdikleri methiyeler, bırakın kitapları “google” sığmaz.


MHP VARLIK KORKUSU YAŞIYOR


MHP’nin söylemini ve eylemini nasıl değerlendirirsiniz?


Eski tas eski hamam… Akrep gibi, kendi kendisini zehirliyor. Keşke bir projeleri olsaydı. “Cek”, “cak”ların dışında somut, elle tutulur bir fikirleri. Ey Erdoğan, bu iş sizin yaptığınız gibi olmaz, şöyle olur, maddeler halinde diyen… Bence MHP’nin varlık sebebi Kürt sorunudur, Kürt sorunu biterse kendisinin de biteceğini biliyor belki de o yüzden sürece destek vermiyor.


BU İŞ YANLIŞ DİYENE RASTLAMADIM


Kamuoyunun genel havasını nasıl buluyorsunuz süreç bakımından?


Hiçbir zaman bu kadar büyük bir toplumsal destek oluşmamıştı bence. Bindiğim taksiden, gittiğim kahveye “hükümet bu konuda yanlış yapıyor” diyene henüz kendi adıma rastlamadım. İnşallah başkaları da çok az rastlıyorlar. Bahar geliyor, barış havası bahar havasına karışırsa tadından yenmez, bunu herkes biliyor bence.


DAĞDA ÇOCUĞU OLAN DA UMUTLU


Ya PKK tabanının ve organlarının sürece ilgisi, tutumu nasıl?


Herkes bıkkın, herkes bezgin... Her evde üç ölü var, her aileden en az bir kişi dağa gitmiş, ya ölmüş, ya da akıbeti bilinmiyor. Onlar da insan. Onlar da çocuklarını merak ediyor, onların da yüreği var. Taban böyle de, medyalarında önce “ne oluyoruz” gibi bir hava esti. Ama şimdi onlar da üsluplarını değiştirmeye başladılar.


PKK’YA SİLAH BIRAKMA DİYENLER DURMASIN DAĞA ÇIKSIN


Yıllarca meselenin çözümü için, silahların susması için yazmış nefes tüketmiş kimi isimlerin bambaşka bir noktaya savrulduğunu gözlemlemek yeni sürecin talihsizliği oldu ne yazık ki. PKK’ya bu kadarına fit olma, böyle barış olmaz, diren, silah bırakma, eli yüksek tut diyen… Nedir Allah aşkına bu?


Valla onlara bir önerim var, behemehâl, hiç vakit geçirmeden dağa çıksınlar. Kürtler çok kaldı dağda. Tarumar oldular, ocakları söndü, kan kustular. Bütün bunlara rağmen dağın hiçbir faydası olmadı Kürtlere, acıdan, kandan ve gözyaşından başka hiçbir mutluluk getirmedi. Kürtlere dağdan inmeyin diyenlere dağ yolunu gösteriyorum, ama Kürt dağlarına değil, kendi coğrafyalarındaki dağlara çıksınlar, ha Uludağ mı, valla oraya da kayak yapmaya gidiyorlar, artık şanslarına geride hangi dağ kaldıysa…