Muhtar Şemseddin’in asfaltı dillere destan idi

Muhtar seçildiğinde yaşı yirmi beş idi. Köydeki iki aile çekişince ona gün doğmuştu. O günleri şöyle anlatıyor. “İki sülale birbirine girdi. Aradan seçilip çıktım. Köyüme güneş gibi doğdum. Aynada kendime bakardım da kendi kendime maşallah derdim. Boyum endamım yerindeydi üstelik bir de atım var. Hem muhtarsın hem de kır atın var. Hesabını sen yap ne kadar forsluyum...”

Muhtarın adı Şemseddin olunca ne iş yapsa, “güneş gibi doğdum” diye anlatır. 

Ama esasen köyde muhtarlığından memnun olan azdı. Çünkü takım elbiseyi çekip muhtarlığın önündeki sekiye oturup akşama kadar laf salatası yapıp, hayal pilavı yemekle meşguldü. İşte o günlerde muhtarlık kariyerinin ilk ve belki en esaslı dersini alır. Köyde bir delikanlı komşu köyden kız kaçırmıştır. Muhtarların nikah kıyma yetkisi var o zamanlar. Şemseddin gençlere hayır diyemez ve nikahlarını kıyar. Nikah kaydını da muhtarlık defterine düşer. İşte o sırada Şemseddin’i çekemeyenlerden biri durumu kaymakama şikâyet eder. Kaymakam muhtarı makama çağırır. Gelirken defteri de getirsin diye haber gönderir. O zaman işte Şemseddin’e bir oyun daha kurarlar. “Kaymakam defterde bu nikâhı görürse ceza alırsın yırt o sayfayı.” derler. Bundan sonrasını kendisinden dinleyelim. “Ben o cahil kafamla yırttım defteri. Ama o resmi bir evrak kafana göre yırtamazsın. Serde gençlik var. Aklım bir karış havada. Kaymakam akıllı adam defterin yırtıldığını anladı. Bana dedi ki seni şu saat içeri attırırım ama gençliğine yazık olur. O sayfayı yapıştır. Sehven yırtmış ol. Bir daha da böyle cahillik istemem. Haydi yıkıl karşımdan” Şemseddin o gün başkasının aklıyla muhtarlık yapılmayacağını anlamış ve kanun nizam neyse öğrenmeye yemin etmiştir. Ve o günkü yeminini tutmuş yıllar içinde civar köylerin muhtarlarına akıl verir hale gelmiştir. 

Yıllar böylece geçip giderken başına bir iş gelir. Köyde gölgelik bir yerde kuyuda soğumuş karpuz, yufka ekmek, çanak peyniri yerken gençlerden biri der ki “Muhtar emmi her işi tamamladın da şu asfalt işinde sınıfta kaldın.” Şemseddin sınıfta kalmayı kabul edecek adam mı? “Yeğenim bu yol meyillidir. O sebepten asfalt tutmaz. İlk yağmurda sel suyu asfaltı alıp götürür. O sebepten yolumuz taş döşelidir. Bunu bilmiyorsan genç adamsın belle de cahil cahil konuşma” der. Ama genç ısrarcıdır. “Asfalt yaptıramadın bir de taş yol hikâyesi anlatırsın. Aklımızla alay etme muhtar emmi” der. Şemseddin delirir. Karpuza ve masaya bir tekme savurur. Genç önde Şemseddin arkasında kovalamaca başlar. Genci zor kurtarırlar. Ama bu olay yayılır da yayılır.  Normalde Şemseddin haklıdır ama milletin ağzına laf lazımdır. Ve öylesine söylenmiş bu söz hakikat muamelesi görür. Bahçede, odada, yolda, belde bu laf konuşulur. “Yıllardır muhtarım diye gezmesini biliyor asfalt neden gelmiyor bu köye?” der herkes. Bir de Şemseddin’in muhtar olmasına içerleyen iki sülale laf kazanını iyice kaynatınca asfalt koca bir mesele olur çıkar.

Şemseddin asfalt işini kendine dert eder. Vilayete gider. Eşik aşındırır. Kapıları yoklar. Siyasetçi kovalar. Ricacı olur. Hatta yalvarır. “Etmeyin bizim köyün girişine bir asfalt dökün de beni çoluk çocuğun oyuncağı olmaktan kurtarın” der. Ama devletin açıklaması nettir. “O arazi için asfalt uygun değildir. Yapılsa bile bir sezonda kayar. O arazi için taşlı yol yaptık!” devletin bu izahını Şemseddin de bilir ama gel de vatandaşa laf anlat! Yılların muhtarını bir asfalt yol için böylesine daralmış görünce köylü de işin keyfini çıkarmak ister. “Şemseddin Efendi haydi bakalım görelim forsunu millete aklı vermesi kolay kendi köyüne asfalt yaptır da görelim” diye kafa bulurlar.

Şemseddin uykuyu unutur. Sofra başında bile kaşık elinde kalacak kadar dalar derinlere. “Ben bu işi yapmadan ölürsem gözüm açık gider” der hanımına...

Ama devleti ikna etmek mümkün olmaz. Şemseddin devletin verdiği cevabı köylü de duysun diye mühendisleri köye götürür. Yedirir, içirir ve der ki mühendis efendiler köleniz olurum durumu bir de siz söyleyin, bana inanmayan köylü resmi memura inanır. Mühendisler de durumu izah ederler. Köylü mühendislerin kravatlı açıklamalarına da inanmaz. “Şıracının şahidi bozacıdır. Şemseddin kendi gibi uyduruk iki mühendis bulmuş bize masal anlatıyor. Ellerin yolları kaymak gibi biz takır tukur yolda imtihan oluyoruz” derler.

Şemseddin mühendis çıkarmasından da bir netice alamayınca durumu Almanya’daki oğluna yazar. “Oğlum ben herhalde bu dertten ölürüm. Asfalt yol olmayınca bana huzur yok” der. Oğlu cevabında, “...yaz tatiline gelince çözeriz merak etme baba. Sen bize lazımsın. Köylünün derdi bitmez sen az serin dur. Kalbini ferah tut” der. Oğlundan gelen bu cevapla biraz rahatlayan Şemseddin yaz tatilini bekler ki oğlu gelsin ve durumu çözsün.

Yazın oğlan Almanya’dan gelir. Şemseddin hoş beşten sonra, “...haydi oğlum nasıl edeceksen et çöz bu işi” der. Ama oğlu babasını rahatlatmak için öylesine demiştir. Yoksa Almanya’daki bir işçi köye nasıl asfalt getirilir nereden bilsin? 

Şemseddin oğlunun da boş çıktığını görünce düşüne düşüne dert sahibi olur. “Yirmi yıllık muhtarlık hayatım geldi bir asfalt yola saplandı. Ya bu yol beni alır ya ben bu yolu alırım ” der. Ve tarlaları satılığa çıkarır. Çoluk çocuk engel olmak isterlerse de fayda vermez. Şemseddin ne var ne yok satar. “İtibarımı kurtarmak için kendi cebimden harcayıp buraya asfaltı getireceğim.” der. Ve dediğini de yapar. 

Asfalt döküleceği gün bir de konuşma yapar. Kendisini dert sahibi eden yolun başında köylüye seslenir. “Şemseddin yine güneş gibi doğdu. Benim muhtarlığımı bir mühürden ibaret görenler bu günü hiç unutmasınlar. Ve bellesinler ki ben dediğimi yaparım. Gerekirse ceketimi satar yine de bu yolu yaparım. Benim adım da muhtar kendim de muhtarım. Haydi hayırlı olsun...”  Tam asfalt dökümü başlayacakken bir jandarma sireni duyulur. Köylü kalabalığının şaşkın bakışları arasında jandarma asfalt dökümünü durdurur. “Asfalt dökülebilmesi için taşların kaldırılması gereklidir ve o taşları devlet döşemiştir. Taşları kaldırmak devlet malına zarar vermeye girer” diyerek işlem durdurulur. Şemseddin bu kadarına dayanamaz ve oracıkta devrilir. Hemence hastaneye yetiştirirler. Kalp krizi teşhisiyle yatar kalır bir zaman. Ama yattığı yerden nizam vermeye devam eder. “Asfalt işi bu sezon olmadıysa seneye olacak. Seneye ben o taşları devlet eliyle kaldırıp yerine de cebimden bağış yoluyla o yolu asfalt edeceğim” der. Hastane personeli için de bir eğlence olur asfalt hikâyesi. “Cebinden ödeyip asfalt döktürecekmiş zavallı” derler.

Yaz gelir Şemseddin sözünü tutar. Taşlar sökülür ve asfalt döküm işlemi başlar. Ama yolun yarısında malzeme biter. Çünkü Şemseddin’in parası ancak o kadardır. Çırpınır, yalvarır;  “...böyle yarım iş olmaz. Size borçlanayım beni rezil etmeyin.” der ama nafile firma yolu yarıda bırakır ve gider. Şemseddin ise o günden sonra evden çıkmaz. Muhtarlığı birinci azaya devreder. Ve asfalt yolunu yağmur sularının alıp götürüşünü görecek kadar yaşar. Bir kış günü sabah namazı için abdest alırken sol yanını tutarak düşer kalır. Şemseddin’in yarım asfaltı hikâye olur anlatılır bir zaman. Ve uydudan yayın yapan bir kanal bu hikâyeyi yayınlar. Şemseddin’in oğlu ise Almanya’dan seyreder babasının hikâyesini ve iki damla gözyaşı döker babasının yarım kalmış asfalt yoluna...