Muhterem Ekrem Dumanlı, Sayın Abdullah Öcalan...

KCK soruşturması başladığında, Nagehan Alçı’yla “Nerede Kalmıştık” programını 
yapıyorduk.

Nagehan da, ben de, bu soruşturmanın, “olması gereken bir soruşturma” olduğunu düşünüyorduk. Çünkü iddialar vahimdi. Paralel bir devletten söz ediliyordu. (Gülen’in paralel devletiyle ilgisi yok.) Bu devletin bir anayasası vardı, bir yargısı vardı, bir bürokrasisi vardı, kapalı devre iş gören bürokratları vardı.

Daha da vahimi, bu devletin yargısı belediye başkanlarını hesaba çekiyor, haklarında idari tedbir 
uyguluyordu.

Dolayısıyla, devletin bu meselenin üzerine gitmesi, ortadaki “kriminal” duruma son vermesi gerekiyordu.

Sonra bir şey oldu...

Bir fotoğraf düştü ortalığa...

Nazi Almanya’sı dönemini hatırlatan ve istikrahla yüzünüzü buruşturacağınız, “Bu kadar da olmaz ki birader!” diyeceğiniz bir fotoğraf.

Fotoğrafta, eli kelepçeli (polisin kullandığı plastik kelepçeler) yüzlerce insan, tek sıra halinde dizilmiş, “belirsiz” bir istikamete doğru 
götürülüyor...

Neredeyse bir “temerküz kampı” görüntüsü...

Fotoğraf, ihtimal ki, Emniyet 
Müdürlüğü yahut Adliye önünde çekilmiş.

Deklanşöre basan el de, ihtimal ki, paralel bir Emniyet görevlisinin eli...

“eli kelepçeli yüzlerce insan” arasında, bir dolu belediye başkanı ve meclis üyesi bulunduğunu sonradan öğrenecek, bir kez daha, “Bu kadar da olmaz ki birader” diyecektik.

Fotoğrafı görünce, midem bulandı...

Canlı yayında çok sert tepki gösterdim.

Nagehan da katıldı...

KCK soruşturması... Paralel KCK anayasasıyla mücadele... İllegal bürokrasiye karşı savaş... Kapalı devre PKK yargılamalarına hayır...

Hepsi iyi hoş da... Bu da ne oluyordu? Bu temerküz kampı görüntüsü de nerden çıkmıştı. “KCK oluşumuyla savaşıyoruz” diyen paralel Emniyet görevlileri bize ne anlatmaya çalışıyordu?

Sonra bir şey daha oldu.

KCK soruşturmasının hacmi genişledi. Seçimle gelmiş meşru belediye başkanlarıyla birlikte, Kürt siyasal hareketine “anlayışla” yaklaşan aydınlar da gözaltı furyasından nasiplerini aldılar.

Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı gözaltına alındığında, yine “Nerede Kalmıştık” programında tepki göstermiş, konuyla ilgili bir de yazı yazmıştım. Polis (bunların “paralel oluşum”un hizmetindeki cemaatçi polisler olduğunu biliyorduk da, pek kondurmak istemiyorduk), kamuoyunun bildiği ve PKK siyasetiyle yan yana düşünemeyeceğimiz isimleri gözaltına alarak topluma hangi mesajı vermek istiyordu?

Sonra, hepimizi dehşetle irkilten bir haber düştü gündeme.

Polis, Ferhet Kentel, Ali Bayramoğlu, Cengiz Çandar gibi isimlere de yönelmiş... Gözaltına alınmaları an meselesiymiş.

Derken, hükümetin (yani dönemin başbakanı Erdoğan’ın) müdahalesi geldi... Yoksa gözaltına alınacak, aylarca, belki de yıllarca “içeri”de tutulacaklardı.

Bunları niçin anlattım?

DHP Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak’a arka kapıdan gizli bir ziyaret gerçekleştiren Zaman gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı,  bu ziyaret “faş” edilince, “Ne var? Halkın seçtiği belediye başkanını ziyaret suç mu?” diye tepki göstermiş.

Halkın seçtiği belediye başkanını ziyaret suç değil Ekrem Bey...

Bu ziyareti niçin “arka kapı”dan gerçekleştirdiniz? Kimden neyi 
gizliyorsunuz?

İkincisi, Camia olarak eski ziyaretlerinize birtakım çirkin “temerküz kampı görüntüleri” eşlik ederdi... Ve siz, “Seçimle gelmiş” belediye başkanlarına yapılanları derin bir memnuniyetle izlerdiniz... Hatta daha fazlasının yapılmasını isterdiniz.

Hangi “ülkü birliği” sizi gizli ziyaretlere icbar ediyor?

Üçüncüsü de şu:

Dünün “küstah”, “narsis”, “kukla”, “haşhaşi”, “30 bin kişinin katili” Öcalan’ı, nasıl oldu da “Sayın Öcalan” oluverdi?

Bu “geçiş”i gerekçelendirmeyecek misiniz?

Hiç değilse, canını yaktığınız KCK’lılardan özür dilemeyecek misiniz?